İtalya
demek; fesleğen kokusu, damakta bir damla zeytinyağının nefis tadı, bir yudum şarap, fırından yeni çıkmış pizzanın sıcaklığı, lezzet, aşk, tatlı dil güzel söz, müzik, siesta, keyif, muhabbet, yaşama sevinci demek... Hafiflik, umut, neşe demek... İtalya demek kucaklaşmak, kalabalıklaşmak, kocaman sofralarda lezzeti paylaşarak uzun saatler geçirmek demek... En yorgun ve bakımsız anınızda bile sokakta karşıdan gelen delikanlının saygı ve hayranlık dolu bir bakışıyla, kadın olmanın değerinin ve hakkının verildiği topraklar demek... Güzelliklere inanmak, hayatı fazla sorgulamadan olduğu gibi kabullenerek, mutlu olmayı bilerek yaşamak demek... O zaman gezimize başlayıp kuzeyden aşağıya doğru süzülelim ...
KENT KÜLTÜRÜNÜN MABEDİ MİLANO
Milano'dasınız... Tabii ki en başta, görülmesi gereken pek çok tarihi yapı ve eser var; Avrupa'nın üçüncü büyük gotik katedrali olan Doumo Kilisesi, Vittorio Emanuelle Galerisi, La Scala Operası ve Santa Maria delle Grazie kilisesinde sergilenen, Leonardo da Vinci'nin İsa'nın son yemeğini resmettiği
The Last Supper/ L'Ultima Cena tablosu... Da Vinci'nin eserini görmek için uzun kuyrukları göz almanız gerekebilir, hazırlıklı olun! Şimdi gelelim Milano'da nasıl keyif yapacağınıza... Bir kere mutlaka Vittorio Emanuelle Galerisi'ndeki kafelerden birine kurulun, bu muhteşem yapının kubbesi altında biraz oturup sizi çevreleyen hayatı, kentin ritmini, zamanın büyülü akışını hissetmeye çalışın. Ne kadar turistik olursa olsun, Milano bence Avrupa kent kültürünün tadını çıkarabileceğiniz en doğru noktalardan biri. Bir 'yorgunluk espressosu' atmak için mola verenler, muhabbet için toplaşıp şarap içenler, kitabını okuyup cappuccino'sunu yudumlayanlar... Ya da bir adım ötedeki La Scala Operası'ndaki gösteriye gitmeden önce akşam yemeğini yiyenler... Siz de bilet bulabilirseniz, mutlaka La Scala'ya gitmeye çalışın ve o yüksek tavanlar, bordo kadifeler, aynalı duvarlar, şık localar arasında geçmişe yolculuk etmenin zevkini yaşayın. Milano'nun benim için olmazsa olmazlarından biri de Naviglio Grande kanalı boyunca bir kafeye oturup keyif çatmak. Burada gün batımı yaşamanın tadı hâlâ damağımda... Size tavsiye edeceğim kafe-bar Bellariva. Kendinize akşam yemeği öncesi bir peynir tabağı söyleyin. Peynirlere küçücük kaplarda, çeşit çeşit reçeller eşlik ediyor ki o lezzetleri dünyanın başka hiçbir yerinde tatmadım. Bu nedir diye sorup "Soğan reçeli" yanıtını aldığınızda sakın burun kıvırmayın ve deneyin! Yemek için de tavsiye etmek istediğim çok özel bir yer var; Pane e Acqua. Bol ödüllü şef Francesco, konuklarına Michelin yıldızlı restoranları aratmayacak bir tadım menüsü sunuyor. Farklı, deneysel, yaratıcı!
ROMANTİZM VE LEZZET İÇİN VENEDİK
İşte dünyanın en romantik kentindesiniz! San Marco Meydanı, Dükler Sarayı, Saat Kulesi, İşkence Köprüsü, Büyük Kanal ve Rialto Köprüsü mutlaka görülecek. Riva Schiavoni'de yürüyüş yapılacak, bir gondol ya da daha ekonomiğinden motor macerası yaşanacak. Ayrıca kanal boyunca San Marco'nun sağına ve soluna doğru ilerleyip turistik yerlerden uzaklaşmanızı ve daha sakin bölgelerde Venedik'in tadını çıkarın. San Marco'da Caffe Florian'da bir kahve içmeden Venedik'ten geri dönmeyin! Yemek için iki favorim La Piscina ve Alle Testiere... Kent mutfağının gözbebeği deniz ürünlerini deneyebilirsiniz. Menüde moeche, capelunghe, canestrelli gibi kabukluları görürseniz affetmeyin! Bölgeye özel peynirlerden caprino ve erborinato di merano; şaraplardan valpolicella, amarone, soave tercihiniz olsun...
MASAL KENTİ FLORANSA
İtalya' ya gitmiş pek çok insanın kalbinde Floransa'nıın özel bir yeri vardır. Küçüktür ama çok başkadır; Ortaçağ masallarını yaşatan bir maket gibidir. Avuç içi kadar Floransa'yı kolayca gezebilirsiniz. Duomo, Uffizi, Çan Kulesi, Vaftizhane, Signoria Meydanı yürürken kendiliğinden bir bir karşınıza çıkar. Uffizi Galerisi'ni mutlaka gezmenizi tavsiye ederim. Floransa'da keyif yapmak için mutlaka Caffe Gilli'de bir kahve molası verin. Ponte Vecchio manzarasına karşı Golden View Bar'da bir şeyler için. Rivoire'den çikolata, A Fior di Pelle mağazasından tahta Pinokyo bebekleri alın. Yemekten önce bir kadeh cynar veya cinzano yudumlayın. İyi restoran deyince, Osteria Caffe Italiano ya da Rifrullo'yu seçin. Başlangıç olarak pecorino peyniri, crostini ve panzanella söyleyin. Ana yemek olarak meşhur Bistecca alla Fiorentina, illa ki hamur işi de olsun derseniz papardelle alla leppre isteyin.
GÜNEYİN İNCİSİ NAPOLİ
Napoli, İtalya'nın güneyindeki en özel kentlerden biridir. Kraliyet Sarayı, San Carlo Tiyatrosu, Umberto 1 Galerisi, Roma'daki Pantheon'dan esinlenerek yapılan San Francesco Di Paolo Kilisesi, Plebiscito Meydanı, Angev'in Kalesi ve Napoli Limanı gibi gezip görülecek pek çok yer sayılabilir... Ama ben size fazla bilinmeyen bir hazinenin daha ipucunu vereceğim; o da Napoli'nin sanat istasyonları! Evet, çağdaş sanatçılar tarafından tasarlan 13 metro istasyonundan özellikle Oscar Tusquets Blanca imzalı Toledo durağını görmeniz lazım. Toledo, The Daily Telegraph tarafından Avrupa'nın en güzel istasyonu olarak gösteriliyor... Tabii Napoli'deyseniz, artık dünyanın en ünlü arkeolojik alanlarından biri de günlük turlarla ulaşım alanınız içinde... M.S. 79'da Vezüv Yanardağı'nda meydana gelen patlamayla yok olup, 1748 yılında uzun süren kazılar sonucu tüm canlılığıyla ortaya çıkarılan efsanevi Pompei. Yaşamın tüm zevk ve güzelliklerini sunan İtalya'dan ayrılırken, alınan her nefesin değerini hatırlamak için bu topraklara veda edilecek en doğru yer belki de... Etstur Büyük İtalya turunda bu büyüleyici şehirleri görebilirsiniz.
'SON LİMAN' PORTOFİNO
Portofino, 50 yıl önce güzel ve küçük bir balıkçı köyüyken şimdi adı lüks ve zenginlikle anılır olmuş. Yine de gerçek kimliğini kaybetmemiş İtalya'nın kuzeybatısında, Tigullio Körfezi'nin en ucunda bu güzel kasaba... Adını da bu konumundan alıyor zaten. Portofino 'son liman' demek... Genova ili içerisindeki en küçük belediye olan Portofino'nun 500 bin civarı nüfusu var. Fakat özellikle güneşin parladığı günlerde, dünyanın en lüks yatları Portofino açıklarında demir atıp küçük botlarıyla bu masalsı kasabaya doğru yol alıyor. Madonna'dan, Kylie Minogue'a, Michael Dougles'dan, Jennifer Aniston'a dünya starlarıyla yolda karşılaşmak çok olağan. Küçük bir tekne turu yapıldığında yanınızdan geçen bir teknede Rihanna'yı güneşlenirken görmek de. Pastel renkli, yeşil panjurlu rengarenk evlerin çevrelediği yarım ay şeklindeki bu liman kasabası bir tabloyu andırıyor. Ultra lüks yatlar, lüks oteller, pahalı butikler ve restoranlara sahip olsa da burayı sevimli bir balıkçı köyü yapan belki de bu masalsı tablo. Restoranlar kafeler ve barların hemen hepsi denize bakıyor ve sokaklara taşan bir hayatın hareketli Akdeniz karakterini en çok buralar taşıyor. Portofino 1950'lerde kendi halinde orta gelir grubundaki insanların yaşadığı evler, kasaba dünya jetsetinin gözdesi olduktan sonra emeklilerin yaşadığı milyon dolarlık yaşam alanları haline gelmiş. Özellikle dönemin zenginlerinin yaşadığı şatolar paha biçilemez nitelikte. Jolly Tur'un klasik İtalya turuna katılanlar bu kasabayı da görme şansına sahip.
DÜNYANIN BAŞKENTİ ROMA
Ve işte Roma'dasınız... 'Caput mundi' yani dünyanın başkenti! Buranın dünya kültürüne kazandırdığı o denli çok geleneksel, tarihi, sanatsal motif var ki... Kolezyum, Venedik Meydanı, Vatikan, San Pietro Bazilikası, İspanyol Merdivenleri, Trevi/Aşk Çeşmesi, Panteon, Navona Meydanı, Campo dei Fiori Meydanı, Popolo Meydanı... Ve en güzel caddeleri, sokakları Via Veneto, Via Margutta, Via del Corso, Via dei Condotti, Via Babuino,
Love Eat Pray filminde sıkça kullanılan Via dei Portoghesi... Size birkaç yürüyüş rotası çizmem gerekirse, mesela Villa Borghese bahçelerinde güzel bir tur attıktan sonra şahane Via Veneto caddesi boyunca tatlı bir meyille aşağıya kadar yürüyüp İspanyol Merdivenleri'ne ulaşabilirsiniz. Buradan karşıya geçip Via Condotti caddesindeki 1760 kuruluş tarihli Caffe Greco'da mola verebilir, cadde boyunca yürüyerek Venedik Meydanı'na çıkabilir ve biraz daha dayanırsanız arkasından Kolezyum'a bile ulaşabilirsiniz... Roma'ya gitmişken Tevere nehri boyunca salınmayı, nehir kenarındaki Castel Sant'Angelo etrafında vakit geçirmeyi ihmal etmeyin. Hatta buradan karşıya geçip, yine Roma'nın en güzel ve hareketli meydanlarından Navona'ya kolaylıkla ulaşabilirsiniz. Bir akşam yemeğinizi zaten mutlaka Navona'ya bağlanan dar sokaklardaki küçük lokantalarda yiyin. Bu bölgede gayet hoş ve mütevazı Ponte e Parione'de ya da uzun kuyruklar beklemeyi göze alırsanız efsane pizzacı Da Baffetto'da yemek yiyebilirsiniz. Yemek için tavsiye edeceğim diğer yerler Da Giovanna, La Carbonara, Nino, La Taverna degli Amici, Edy, Da Roberto, Pierluigi, Mario, Donei, Romeo, Baccano, Matricianella ve biraz uzaklaşmayı göze alırsanız -ki buna değer- Trattoria Monti. Barlardan en meşhurları Bar del Fico, Bar della Pace, turist olmasın İtalyanlara karışalım derseniz Ai Tre Scalini ve benim en sevdiğim Caffe Settembrini.
BU MÜZELERİ GÖRMEDEN DÖNMEYİN
Roma'da ne yenir derseniz, başlangıç olarak bir 'fritti Romano' yani karışık kızartma tabağı, San Daniele jambonu, ana yemek olarak geleneksel lezzet işkembe 'trippa alla Romona', şahane makarnaları 'cacio e pepe' veya 'bucatini all'amatriciana' tavsiye olunur! Yanına Barolo şarabı... Üstüne de dünyaca ünlü Giolitti'den üç top dondurma: Amarena, Mitilli, More. Açıkçası Roma anlatmakla bitmiyor ama son olarak, daha az turistik olan Trastevere bölgesinde turlamanızı, Via del Corso caddesindeki Galleria Alberto Sordi'de kahve molası vermenizi ve şu müzeleri gezmenizi tavsiye ederim: Birincisi, Il Palazzo delle Esposizioni yani Sergi Sarayı... Ama öyle sonradan inşa edilmiş olanından değil, bildiğiniz hakiki yüzlerce yıllık saray! Ve düşünün, öyle görkemli ve tarihi bir yapının içine başarıyla yerleştirilmiş eş zamanlı çeşit çeşit serginin arasında dolanabiliyorsunuz. İkincisi Galleria Borghese... Ölmeden önce yapılması gerekenler listesine koyabilirsiniz: Canova ve Bernini'nin heykellerini görmek! Üçüncüsü MAXXI - Museo Nazionale delle Arti del XXI Secolo... Özetle, 21. Yüzyıl Sanatları Ulusal Müzesi... 2009 yılındaki açılışından bu yana dünya mimarisinde dillere destan olmuş, Zaha Hadid'in bu olağanüstü yapısını görmek için gidilir. MAXXI'de dolaşmak, gizemli bir aklın labirentinde kaybolmak ve sonunda harikalar diyarını keşfetmek gibi! Ve dördüncüsü GNAM - Galleria Nazionale dell'Arte Moderna, yani Ulusal Modern Sanat Galerisi... Büyük ustalar Canova, Klimt bir yana, De Chirico'nun hiç bilmediğim çok özel eserleriyle karşılaşmamı sağlayan bu mekana müteşekkirim... Tarihi sütunların arasında, zemini tamamen kırık aynayla kaplanmış giriş alanının da son derece büyüleyici olduğunu ilave etmeliyim.