Doğu'nun
insanı cezbeden tarihi ve kültürünü keşfetmek, binlerce yılın ruhunuza fısıldadığı havayı solumak için iki günlük hızlandırılmış bir seyahat mümkün. Ama öncesinde sıkı bir kahvaltı yapmak kaydıyla. Diyarbakır'da güne tarihi bir binanın içine konuşlanmış Diyarbakır evinin avlusunda yöresel kahvaltıyla başlıyoruz. Masaya gelen onlarca çeşit kahvaltılık insanı seçim yapma konusunda kararsız bırakıyor. Yöreye özgü peynirler, reçeller, baharatlar damağınıza adeta bir lezzet şöleni yaşatıyor. Limonataları ve şerbetleri sıcaktan kuruyan dudaklarınızı ve bünyenizi serinletmek için ideal. Kahvaltının ardından 1,5 saatlik mesafedeki Mardin'e doğru yola çıkıyoruz. Kimi zaman yemyeşil tarlalar yol arkadaşlığı ediyor bize bazen de bir bakıyoruz her taraf kurak ve dağlık... Mardin'e geldiğimizi dağın yamacına kat kat dizilmiş sarı kalker taşlı evlerden anlıyoruz. Bir tarafta Fırat ve Dicle'nin suladığı Mezopotamya, diğer tarafta sayısız medeniyet ve dinlere ev sahipliği yapmış gizemli Mardin... İlk durağımız Deyrul Zafaran, Süryanilerin en önemli dini merkezlerinden biri... Mardin'in yaklaşık 7 km uzağında. Rehberli gruplar eşliğinde içerisi gezdiriliyor. Sonra Mezopotamya Ovası'na bakan bir tepeye doğru yürüyoruz. Binlerce yıllık tarihi, metropolitler, 4500 yıllık güneş tapınağı,
Nuh Tufanı'nı anlatan taş sütunlar, 1881 yılında İngiltere'den Mardin'e getirilen matbaa, merakımızı uyandırmaya yetiyor da artıyor bile. Deyrul Zafaran'ı geride bırakıp Eski Mardin'in sokaklarını dolaşmaya başlıyoruz. Sağlı sollu çok sayıda kuyumcu vitrinlerinde gümüş işçiliği takılar ve tesbihler bizi bekliyor. Sıcak bizi yorgun düşürüyor ve soluklanmak için Seyr-i Mardin'in terasına çıkıyoruz. Menengiç, Merini, Suriye, Süryani, Mihrimah Sultan kahvelerinden ismini beğendiğimizi seçip deniyoruz, hepsinin farklı bir aroması ve tadı var. Bir de limon, soda ve tuzdan oluşan, menüye Çörçil olarak girmiş içeceğe her yerde rastlayabilirsiniz. Sıcaktan bunalınca hayat kurtaran cinsten bir içecek ama! Yanıbaşındaki minare 11. yüzyılda yapılmış, Artuklulardan kalma Ulu Camii'ye ait.
DOĞU'NUN BÜTÜNLEYİCİ RUHU
Merdivenleri tırmanıp ulaştığımız Zinciriye Medresesi, dilimli kubbeleri ve anıtsal girişi ile karşılıyor. Medresenin içinde Şafii ve Hanefiler için iki ayrı bölüm var. Bu kadar dinin ve medeniyetin yüzyıllarca bir arada yaşadığını düşününce Doğu'nun bütünleyici ruhunu keşfediyorsunuz bir kez daha. Medresede doğum-hayatölüm temsilleri var. Bir duvardan akan su doğumu, küçük akaktan ilerleyen su yaşamı, büyük bir havuzda biriken su da ebediyeti tasvir ediyor. Güneş şehri terk etmeye başlamışken biz de Mardin'in ara sokaklarını arşınlıyoruz. Gezerken birbirine benzemeyen kapılarda bambaşka dünyalar yaşandığı hissine kapılıyorum. Akşam Diyarbakır'a döndüğümüzde de "artık tatlılarla tanışmanın zamanı geldi" diyerek künefeler, kadayıflar, kâse kâse fıstıklar ve kesme dondurmalarla geceyi karşılıyoruz. Bu kadar yemeğin ve gezmenin ardından üzerimize bir yorgunluk çöküyor ve artık uyumaya gidiyoruz! Zira ertesi gün Malabadi, Hasankeyf ve Midyat var rotamızda...
BAŞKA GÜZELSİN HASANKEYF
Sabahleyin gözümüzü Silvan yolu üzerindeki Ciğerci Ferman Usta'da açıyoruz. Ciğeri sevmeyen bana bile ciğeri sevdirdiyse gerisini siz düşünün. Günde üç öğün et yiyip Dukan diyeti yapmanın yolu buradan geçiyor! Upuzun bir yoldayız, bitki örtüsü sürekli değişiyor, kurak topraklar da var yemyeşil ovalar da... Batman'da yol üstünde petrol çıkaran at kafalarını sıkça görebilirsiniz. Bu sefer istikamet Malabadi Köprüsü... Köprüyü görünce diğer köprülerden farkını hemen ayırt edebiliyorsunuz, köprünün açıklığı dünyadaki taş köprüler içinde en büyük açıklığa sahip. Hatta Evliya Çelebi,
Seyahatnamesi'nde köprünün açıklığına Ayasofya'nın kubbesinin sığacağını belirtmiş. Bosna'daki Mostar 400 yıl sonra yapılmış ama bu iki köprü 'ikiz köprü' olarak anılıyor zaten. Köprünün altındaki dehlizlerde yolcular konaklarmış, hatta daha köprüye gelmeden kilometreler önce atların ayak sesleri işitilirmiş bu dehlizlerden... Hasankeyf bizi uzaklardan karşılıyor. İnsanlığın en eski yerleşim yerlerinden biri... Mağaralara oyulmuş antik kent, Dicle'nin usul usul süzülüşü ve Roma köprüsü kalıntıları görülmeye değer. Önce çarşının içinden geçiyor, sonra tepeye tırmanmaya başlıyoruz. Tepeden bir başka güzelsin Hasankeyf! Uzaklardaki toplu konutlar göze çarpıyor, baraj projesi şimdilik rafa kaldırılmış ama yeni evler çoktan yapılmış. Sağlı sollu her yer kafe. Biz Yol Geçen Hanı isimli bir mekanda karar kılıyoruz. Şansımıza çok güzel bir terası var. Limonatalarımızı, 'çörçil'lerimizi, kahvelerimizi söylüyor, Hasankeyf manzarasının tadını çıkarıyoruz. Sırada Midyat var. Oturur vaziyette defnedilmiş din adamlarının olduğu Mor Abraham Kilisesi'yle başlıyoruz gezimize. Arabayı park edip Midyat'ta dolaşmaya başlıyoruz. Yeni gelen her arabaya koşan çocuklar, hepsi rehberlik yapıp Midyat'ı anlatmak için birbirleriyle yarışıyor. Kime sorsak "Sıla Konağı'na gidin" diyor. Meğer
Sıla dizisi burada çekildiği için meşhur olmuş konak. Kat kat merdivenleri balkonları ve Midyat'ı ayaklarınızın altına seren manzarasıyla çıkılmaya değer. Hava kararmaya başladığında Midyat'tan çıkıyoruz, Mardin'e uzaktan el sallıyoruz ve Diyarbakır'a geri dönüyoruz. Akşam kebap geleneğimizi bozmuyoruz. Sonrasında ise bence Diyarbakır'ın en güzel mekanı Sülüklü Han'a gidiyoruz. Eskiden kuyudan tedavi amaçlı kullanılan sülükler çıkarıldığı için bu isim verilmiş. Günlerdir herkesin "Hasanpaşa Hanı'na gidin mutlaka" öğütlerini dinleyerek kahvelerimizi içmek üzere hana giriyoruz. Burası geniş avlulu, balkonlu, içerisinde kafelerin, dükkanların, kuyumcuların olduğu keyifli bir han. Diyarbakır'ın meşhur Dibek kahvesini bulamasak da Türk kahvelerimizi yudumluyoruz. Binlerce yıllık tarih, kültür ve medeniyetleri birkaç günde anlamak ve bitirmek pek mümkün değil ama gidip görünce insanda farklı duygular ve hisler uyandırdığı da bir gerçek.
UĞRAMADAN GELMEYİN
Diyarbakır'da Cahit Sıtkı Tarancı'nın evi, Gazi Köşkü, 10 Gözlü Köprü, Ziya Gökalp'in evi ve Kervansaray Oteli görülmesi gereken yerlerden... Eğer vaktiniz varsa Elazığ yolu üstündeki peygamber ve kral mezarlarının olduğu Eğil'e de mutlaka uğrayın. Harika bir manzara ve doğal güzellik karşılayacak sizi.
YAPMADAN DÖNMEYİN
Diyarbakır: Şeyhmus Alto'dan fıstıklı kadayıfı almayı unutmayın. Uçak için özel paket bile hazırlıyorlar. Buket Lahmacun'un leziz lahmacunlarından yemeden gelmeyin. Lahmacunun taneyle değil porsiyonla satıldığını görünce şaşırmayın. Hacı Levent'in bol fıstıklı künefesini yemeden dönmeyin. Sanayi Mahallesi'ndeki Yusuf Usta'nın salaş kebapçısında lezzetli yemekler yemenin keyfine varın. Kendi ayranınızı kendiniz yapın. Şık bir mekan arayışında olanlar için ise Dedecan'ın kebapları sizi fazlasıyla memnun edecektir.
Mardin: El işçiliği gümüş bilekliklerden ve tespihlerden mutlaka alın. Menengiç, Merini, Suriye, Süryani, Mihrimah Sultan kahvelerinden biri mutlaka damak tadınıza uyacaktır. Tatmadan gelmeyin. Mardin'in ara sokaklarında kaybolun, hayallere dalın. Artukbey'den Dibek kahvesi ve kuruyemiş alın.
Midyat: Sıla Konağı'nın balkonunda fotoğraf çektirin. Size etrafı gezdirmek isteyen, bölgenin tarihini anlatan çocuklarla zaman geçirin, cep harçlıklarını çıkarmalarına yardımcı olun. Süryani şarabı alın.
En uygun tarih: Yaz aylarında sıcaklık bunaltıcı olabiliyor. Nisanmayıs ya da eylül-ekimi tercih edebilirsiniz.
Yanınıza alın: Güneş kremi bu tatilde en büyük ihtiyacınız olacaktır. Pamuklu, terletmeyen kıyafetler alın yanınıza. Günde iki kere tişört değiştirmeniz gerekebilir. Güneş gözlüğü, rahat spor ayakkabılar ve bir yelpaze götürmenizde yarar var.