"Tanrı, insanları uzun ömürlü olsunlar diye Bozcaada'yı yaratmış..." Heredot Zekiye ablanın yüzü artık gülüyor. Gitme zamanı geldi, bir ay sonra yola çıkacak. Eşi Mustafa abinin ise o kadar beklemeye tahammülü yok. İstanbul'a dört ay dayandı bu kadar yeter. Yarın sabaha karşı kontağı çevirip ilkbaharı, yazı ve sonbaharı bir başka diyarda geçirmeye gidecek. Zaten kış boyunca bizim ailede laf hep dönüp hep dolaşıp oraya gelir... "Ada'ya giderken şurada bir şey görmüştüm. Bir reçel yapmışlar ki, meyvesi kendi bağlarından... O gün güneşin batışını bir görseydin, denize doğru nasıl ağır ağır inip kayboldu... Ramazan Bayramı'ndaki kalabalık neydi öyle, ekmek kalmadı da karşıdan getirdiler... " Ben ise muhabbet sırasında hep yolları düşünürüm. Özlemek, varmak kadar yolculuk da bir başka güzeldir... Murathan Mungan'ın dizelerini mırıldayarak sabah ezanlarıyla yola çıkarım... "Neresi sıla bize, neresi gurbet Yollar bize memleket..." İstanbul uykunun en güzel yerindedir, gün ağarmak üzereyken yollar sakindir. Konaklama yerlerinden birinde kahvaltı ederim. Kınalı yol ayrımından TEM yolunu terk edip Silivri'ye dönüp Marmara Ereğlisi derken 2 saat olmadan Tekirdağ görünür. Sabahtır köfte yenmez "börek mi alsam" diye içimden geçirerek Malkara'ya doğru tırmanmaya başlarım. İp gibi uzanan yollar, dağ, ova, derken birden Keşan yol ayrımına gelirsiniz. Doğru devam edenler için gurbet yolu başlar. Orası İpsala'dır, ötesi de Yunanistan. Yuvarlak kavşaktan sola döner, Çanakkale tabelasını takip ederim. Murathan Mungan Yeni Türkü'yle birlikte yine sökün eder: "Al bizi koynuna ipek yolları Üstümüzden geçiyor gökkuşağı Sevdalı bulutlar uçan halılar Uzak değil dünyanın kapıları." İşte güzelim Koru dağları o muhteşem manzara eşliğinde Saroz Körfezi'ne doğru kıvrıla kıvrıla iniş başlar... Deniz sağdan görünür sonra da sola geçer. Gelibolu tebalasından sonra denizle dans başlar. Eceabat'a girdiniz eyvah feribot kalktı olsun ne gam. Yine deniz eşliğinde doğru Kilitbahir'e.. Küçük feribotlardan birine bindikten sonra kafanızı kaldırıp dağa nakşedilmiş görüntü ve bir dize 100 yıl önceye götürür. Bir mehmetçik, Mehmet Akif'in o unutulmaz dizelerine sanki selam durur. "Dur yolcu bilmeden basıp geçtiğin bu toprak bir devrin battığı yerdir." 15 dakika sonra Çanakkkale'deyim. Artık bir saatlik yolum var... İzmir yoluna çıkıp Ezine'ye doğru gaza basarsınız. Beyaz peynir, esnaf lokantasındaki mis gibi kuru- pilav ve cacık... Çok özlemişim çok... Artık yeter, hareket vakti... Geyikli'deki, ah evet tanıdık geldi değil mi. Ata Demirer'in 'Eyyvah Eyvah'larla meşhur ettiği belde...
HUZURA VARMAK İÇİN...
İskelede vapur sırasına aracınızı koydunuz mu, derin bir "oh" çekmenin zamanı gelmiştir. 45 dakikalık deniz yolculuğundan sonra adadayım. Hangisi mi? Bozcaada tabii ki... Bildiğim, sevdiğim, huzur bulduğum yer... Adanın haziran, temmuz, ağustos hallerini iyi bilirim. Nefesini kokladım, bağlarda gezip, sebzesini, meyvesini tattım. Eylülde bağbozumunda, ada kırmızıya dönerken yani üzümler kızarırken oradaydım. Yıldırımlar çakıp sicim gibi yağmur yağarken toprağın kokusunu içime çektim... Denizinde yüzdüm, bazen kumsalda tek başınaydım bazen de kalabalıklar içinde... Zekiye abla Ada'nın simgesi Çanlı İbo'nun kahvesini, kimler gelmiş kimler gelmemiş onları düşünüyor. Geçen yıl üzümlere dadanan hastalığı, pazar yerinin nerede olacağını, tepeleri, denizi, doğayı, Scrabble oynayacağı arkadaşlarını her şeyi merak ediyor... Ben ise Ada'yı ilk kez baharda görmeye niyetliyim...