Hatay; hep gitmek istediğim, merak ettiğim bir şehirdi. Ne zaman ki Hatay'a uçak biletimi aldım, artık biliyordum; ben bu şehre bir kere gidince yine gidecektim ve lezzetli yemeklerini bir kere tattım mı hep anlatacaktım. Hatay Havalimanı'na indiğimizde ilk olarak araba kiraladık. İsterseniz şehir merkezini ve eski şehri yürüyerek dolaşıp, şehir merkezinin dışındaki yerleri de toplu taşıma araçlarını kullanarak görebilirsiniz. Ama Hatay'ın yakın çevresinde görülmesi gereken yerler o kadar fazla ki mutlaka araba kiralanmalı derim. Kahvaltımızı Harbiye'de tüm şehre tepeden bakan şirin bir restoranda limon ağaçlarının arasında yaptık. Birbirinden lezzetli kahvaltılıklar arasında en unutamadığım zahter oldu. İçimizden geçen kahvaltımızı uzun uzun yapmak olsa da iki günlüğüne şehre geldiğimiz ve tüm lezzetlerin tadına bakıp, şehri yaşamak, o büyülü havayı solumak istediğimiz için kahvaltı keyfimizi kısa tutup şehir merkezine doğru yola koyulduk. Şehir merkezine indiğimizde ilk durağımız Hatay Arkeoloji Müzesi oldu. Yüzlerce mozaiğin ve tarihi eserlerin sergilendiği müze kesinlikle görülmeli. Müzeyi gezdikten sonra dünyanın ilk kiliselerinden Saint Pierre Kilisesi'ne gittik. Mağaranın içinde yer alan kilise hem tarihi özelliği hem de ambiyansı ile farklı duygular hissettiren bir yer.
ÇARŞIDA ALIŞVER İŞ ZAMANI
Uzun Çarşı'ya girdiğimizde kendimi satılan her şeyi almak ve tatmak isterken buldum. Kasaplardan isterseniz et alabiliyor isterseniz seçtiğiniz etten kebap yaptırıp orada yiyebiliyorsunuz. Baharla birlikte taze zahter çıktığı için evde nasıl saklayacağımızı öğrenip zahter aldık. Kuru domates, nar ekşisi, baharatlar, defne sabunları benim için ayrı bir hediyeydi. Çarşıda biraz dolaştıktan sonra dev kavak ağaçlarının altında Uğur Usta'da bana "Bugüne kadar ben aslında künefe yememişim" cümlesini söyleten muhteşem künefeyi tattım. Bir de üzerine çay bardağında Türk kahvemizi içince hepimizin yüzüne günün yorgunluğuna rağmen kocaman bir gülümseme yayıldı. Şehir merkezinden sadece birkaç sokak ileride yer alan eski şehir, kendimizi dünyanın bambaşka yerinde ve bambaşka bir zamanında hissettirdi. İnce ve uzun sokaklardan oluşan gerçek Hatay; rengarenk kapıları, okuyana hayat dersi veren duvar yazıları, cami, kilise ve havraları unutulmaz bir keşif oldu. Sokakları dolaşırken mutlaka İnci Kıraathanesi'nde kahve molası verin. Burası okumayı seven yaşlı amcaların müdavimi olduğu Hatay'ın en eski kıraathanesi. Kahvenizi yudumlarken Hatay'ın meşhur tatlısı haytalının da tadına bakabilirsiniz. Akşam yemeğimizi şehrin en güzel restoranlarında Sveyka'da yedik. Eğer bu şehre gelirseniz bu restoranda yemek yemeden, bu özel tatların tarihini bizlerle paylaşan Ahmet Abi ile sohbet etmeden ve restoranın avlusunda fotoğraf çekmeden dönmeyin. Eski bir konaktan dönüştürülen otelimizde ise en çok aklımda kalan yer içiçe odaları geçtikten sonra karşıma çıkan avluydu. Keşke daha uzun kalsaydım ve avlunun keyfini hak ettiği gibi çıkarsaydım diye kendi kendime düşünmedim değil. Çalışanlarının bu kadar yardımcı, güler yüzlü olması otele ruh katan diğer bir özellik. Sabah otelden ayrılırken arkamızdan gümüş ibrikte su bile döktüler.
VAKIFLI KÖYÜ'NDE MOLA
Öğlene doğru şehrin dışında yer alan yerleri de görmek istediğimiz için şehir merkezinden ayrılıp Samandağ'daki Türkiye'nin son Ermeni köyü Vakıflı'ya doğru yola çıktık. Yaklaşık bir saat sonra köye varabildik. Vakıflı Köyü tepede yer aldığı için çok güzel manzarası var ve köylülerin evde ürettiği güzel şarapları mevcut. Vakıflı Köyü'nden sonra istikametimiz Titus Tüneli'ydi. Tünel, MÖ 300'lü yıllarda kurulan tarihi antik kentin liman bölümüne bakıyor. Bu limanın dağdan gelebilecek sel sularıyla dolabileceği düşünüldüğünden dolayı, Titus tarafından derenin önü bir duvar ile kapatılmış. Duvarın dereden gelen bölümü ile deniz arasındaki dağ delinerek tünel yapılmış. Titus Tüneli Hatay'daki son durağımızdı.
Hande Aktürk Özakhun