Siz bu satırları okurken, bir aksilik çıkmazsa, ben Başbakan Erdoğan'ın Kırgızistan ziyaretini izliyor olacağım.
Kırgızistan nispeten küçük bir Orta Asya ülkesi... Ancak zirveye oynayan güç Çin'e komşu olması, onun önemini katlıyor.
Ayrıca kuzeyinde Kazakistan ve hemen sonra Rusya var. Bu ülkeye yerleşen diyelim ki Batılı bir güç, bölgede olup bitenleri yakından izleyebilir.
Kırgızistan, sadece bizimkiler tarafından değil, Batılı kaynaklarda da "Türkik" (buna "Türki" de diyebiliriz) bir ülke olarak tanınıyor.
Yani eğer genel bir Türk kavmi varsa... Kırgızlar da bunun bir parçası...
(Bunlar ciddi biçimde tartışmalı konular olduğu için muğlak şekilde yazıyorum. Örneğin Özbekler de Türk sayılır ama onlar, "Hayır biz Özbekiz" demeyi tercih ederler.
Özbek subaylar, bizimkiler tarafından eğitirken, bu konuda aralarında hararetli tartışmalar çıkmıştı.)
***
Evet... Başbakan Erdoğan "dost ve kardeş" Kırgızistan'ı ziyaret ediyor da... Niye? Kişi başına düşen geliri
1000 dolar civarında olan bir ülkeden Türkiye ne bekleyebilir?
Elbette Türkiyeli işadamları, Kırgızistan'ın gelişme çabalarına ciddi bir katkıda bulanabilir. Karşılığında kâr da elde ederler ama bu miktar çok yüksek olmayacaktır.
Halbuki bu tip olaylara kısa dönemli kârlar değil, uzun dönemli çıkarlar açısından bakmak gerekir.
Yaşadığımız dönemde
ABD,
Rusya ve
Çin arasında ciddi bir nüfuz mücadelesi sürüyor. Türkiye de bu büyük oyunun içinde bir oyuncu...
Henüz etkisi çok fazla değil ama göz ardı edilemeyecek bir yükseliş potansiyeline sahip.
Batı medyasında çıkan yorumlar, "herkesin" durumun farkında olduğunun işareti.
(Adamlar onca sosyal bilimciyi ve strateji uzmanını boşuna yetiştirmedi. Hoş devrimleri öngöremiyorlar ama olağan dönemleri iyi analiz ediyorlar.)
***
Türkiye
1923'ten
1980'lere, sıcak ve sıkı ilişkileri sadece Batı ile kuran bir ülke oldu. "Kuzeyimiz, güneyimiz, doğumuz düşmanlarla doluydu."
O anlayış kendine uygun siyasi partilerin oluşmasına yol açtı.
Örneğin, geçen günkü bir söyleşide,
"Milli Görüş hareketi gerçekten de 'milli' idi,
AK Parti hareketi ise 'küreselci'..." dedim. Anladıklarını sanmıyorum.
Milli Görüş nihayetinde, "Devlet bizi de desteklesin" diyen Anadolu sermayesinin hareketidir. Devletçidir. "Yerel ve ülkeyle sınırlı" anlamında "milli"dir. Dünya vizyonu, fazla karşılığı olmayan, bir
"İslam kardeşliğinden" ibarettir. (
Erbakan'ın
Kaddafi'nin çadırında yaşadığı hüsranı hatırlayın.)
AKP ise küresel bir anlayışa sahip... Birçok konuda,
1990'larda ünlenen,
"Küresel düşün, yerel davran" sloganına uygun işler yapıyor:
"Küresel düşünüp, bölgesel davranıyor!"
Bölge de, bölge hani! Öyle üç-beş komşu ile sınırlı değil Hükümetin ilgi alanı.
Aksi halde
Türk Hava Yolları'nın
Tanzanya'da ne işi var? Hele
Uganda'da! Ekonomik kapasitesi çok sınırlı ama THY yani Türkiye orada işte...
Çok değil
10 yıl önce bunları hayal dahi edemezdik. En fazla
Avrupa Birliği'ni düşlüyorduk. Artık ona bile burun kıvıran sürüyle insan var.
***
Geçen gün
Gaziantep'teydim. Suriyeli sürücüler araçlarını tamir için
Halep'ten geliyormuş. Birçok dükkânda Türkçenin yanı sıra
Arapça yazılar asılı.
Şimdi siz Antepli oto tamircisine,
"Vazgeçtik, Suriye'ye tekrar vize koyuyoruz" diyebilir misiniz?
AKP bambaşka bir bakış açısıyla ekonomiyi zıplatırken,
Kemal Kılıçdaroğlu,
"Güneydoğu'ya Et-Balık Kurumu kuralım" diyor. Bırakın 1990'ları, taa
1970'lere tornistan ediyor.
Ondan sonra da bazıları, "Nasıl oluyor da seçimleri sürekli AKP kazanıyor" diye hâlâ merak ediyor.