Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HAŞMET BABAOĞLU

Hitler

Meraklısını ekran başına çekecek ilginç bir belgeselin ilk bölümü geçen hafta National Geographic kanalında gösterildi.
İkinci bölümü de önümüzdeki pazar yayınlanacak.
"Kıyamet: Hitler'in Yükselişi" adını taşıyan bu belgesel diktatörün iktidara gelmeden önceki yıllara ait pek bilinmeyen yönlerini ekrana taşımak gibi bir iddiaya sahip.
Milliyet belgeselin yapımcısı Louis Vaudeville'ye "Hitler zaafları olan birisi miydi?" diye sormuş.
Soru klişe ama yapımcıdan gelen cevap daha da berbat bir klişe.
"Hitler'in ülkesine karşı duyduğu tutku onun en büyük zaafıydı" demiş Vaudeville.

***

Kabul edelim ki, Hitler ve belgesel laflarının yan yana gelişi pek çekici!
Ama şunu da biliyoruz...
Kaç belgesel yapılıp, kaç sempozyum düzenlenip, kaç kitap yazılırsa yazılsın...
Avrupa'nın ruhuna musallat olup kalmış Hitler hayalini kovabilmek neredeyse imkânsız bir şey!
Nihayetinde kendini yere göğe koyamayan bir uygarlığın bağrından fışkırmış bir "kıyamet operatörü"nden söz ediyoruz!
20. yüzyılı kapattık ama Hitler'in defteri kapanabilir mi hiç!
Hâlâ insanlık onun yol açtığı yıkımın siyasi sonuçlarıyla (mesela İsrail'in kurulması ve süper güç siyasetinin yeryüzünde kalıcılaşması) boğuşuyor.
Üstelik Stalin, Franko, Mussolini, Pol Pot gibilerinden farklı olarak Hitler'in üzerinde öyle ya da böyle bir "bilinemeyen olma" damgası var.
***

Şimdi "vatana tutkuyla bağlı olmak" deniyor ya...
İşin doğrusu...
Hitler'in insanını, sokağını, havasını soluyup sevdiği somut bir vatanı yoktu.
Her şey zihninde gelişiyordu ve olaylar sanki çalışma masasının çevresinde geçiyordu.
Özel düzenlenmiş Nazi mitingleri ve resmigeçitleri hariç Hitler hemen hemen hiç "dışarı"ya bakmamış; ülkesinin sokaklarında, fabrikalarında, tarlalarında olup bitenlerle ilgilenmemiş, merak etmemiştir.
Savaş günlerinde bile treniyle bombardımanlar sonucu yerle bir olmuş bir kentten ötekine giderken kompartımanının perdeleri sımsıkı kapatılırdı.
Çok sade döşenmiş evlerinde ve sığınaklarında günlerce kapalı kalmaktan hiç rahatsız olmamıştı.
Hollanda'nın en ilginç yazarlarından biri olan Harry Mulisch onun bu halini şöyle tanımlıyor: "O tayfunun tam orta yeri olmak istiyordu. Tayfun çevresindeki her şeyi yerle bir ederken tam ortasında hava güzel ve gökyüzü masmavidir. Alpler'deki villası Berghoff bunun en iyi örneğidir. Olup bitenler oradaki rahatını hiç bozmamıştır." (Siegfried: Kara Bir Aşk Şiiri)
***
Nazizm olgusunu değil tabii, o apayrı bir konu ama Hitler'in dünyasını tanıyıp anlamaksa mesele...
İnsan bin türlü ayrıntıyla karşı karşıya kalıyor.
O "başarısız ressam" klişesi, "zaafları olan lider" klişesi falan bir yana...
Mesela ben kendi adıma merak ediyorum: Neden güneşten ve genel olarak aydınlıktan nefret ederdi de,abajurlara aşkla bağlıydı?
Neyse... Bitmez bu konu!
Hem Engin (Ardıç) çok daha güzel anlatır, eminim!
Ha, Alman halkı gerçekte iddia edildiği gibi Hitler'i destekledi mi, konusu var bir de!
Onu da bir başka zaman konuşuruz.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA