Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HAŞMET BABAOĞLU

Dünya... Sadece Dünya!

PAZAR SÖZLÜĞÜ

AĞAÇ. Karın tuttuğu ilk geceydi. Pencereyi açtım. Ona baktım. Bana bir şey söylemek istiyor gibiydi ama işin içinden çıkamadım. Neden bilmem, sekiz yıllık tanışıklığımız boyunca hiç yapmadığım bir şeyi yaptım; fotoğrafını çektim. İki gece daha geçti. Bir inilti sanki ve hemen ardından tok bir ses işittim. Fırladım pencereye. Kökleri topraktan kopan koca çam boylu boyunca karların üzerine uzanmıştı... Aklımda şöyle bir şey kalmış: Ormancılar "ağaçlar yürüyüp gidemez ama endişe duyar" dermiş. Hissettiğim bu muydu? Düşündükçe fena oluyorum.
BEKLEYİŞ. Roland Barthes'ın o müthiş saptaması: "Aşık mıyım? Evet! Beklediğime göre."
DÜNYA OTELİ. Rüya işte!.. Lobi upuzun bir camın önünde uzanıyor. Camın ardında masmavi bir gökyüzü var. İleride asansörlerin önünde bir iki tanıdık var; beni fark edip el sallıyorlar. O sırada resepsiyondaki genç anahtar kartımı uzatıyor. "Odanız hazır Haşmet Bey" diyor; "yarına kadar istirahat edebilirsiniz!" Niye yarına kadar? Kalma süremi onlar mı belirliyor? Pardon, diyorum, otelinizin tam adı nasıldı, unuttum birden... Çok bilmiş bir edayla cevaplıyor: "Dünya... sadece Dünya."
MÜZE. Müzeleri severim. Fakat dikkatli olmak gerektiğini de unutmam. Çünkü bu modern kurumlar çoğu zaman bir "seri katil" evinin mahzeni gibidir. Gelenek (geçmiş) yaşasaydı, müzeye gerek olur muydu? Şimdi hatırladım da... Komünist Çin işgal ettiği Butan Krallığı'ndaki tapınakları müze yapmıştı. Bakmayın siz, sanat müzeleri dahi öyledir; hepsi kulağımıza "Tamam, güzeldi falan ama eskidendi, geçti gitti!" diye fısıldarlar. Peki niye geçti? Neden? Müzeler bu soruları sevmez.
MERAK. Dindirilemeyen meraklar, cevapları bir türlü tatmin etmeyen sorular vardır. Psikanalist Darian Leader kadınların ve erkeklerin birbiriyle çatışan böyle iki sorusu olduğunu söyler. Nasıl mı?.. Kadınlar sürekli ya açıkça ya da içten içe "acaba beni seviyor mu?" diye; erkekler ise çoğu zaman sadece içinden "acaba onu seviyor muyum?" diye sorar.
OLGUNLAŞMAK. Tam on dört yıl önce bir kenara düştüğüm notu buldum. Bir ankette galiba "olgunluk nedir?" diye sormuşlar. Şöyle cevaplamışım: "Artık gürültü çıkarmadan isyan etmek, yaralarını sevmek ve şükrederek yenilmektir."
RENKLİ KİŞİLİK. Filtrelenmiş fotoğraflar gibi karakterler doldurdu ortalığı. Muhatap olan için pek yorucu. Metalik ışıltı, yalandan ilginçlik, özsüz kabuk. Onlara baktıkça bağırmak istiyorum: Bana "gri"yi verin!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA