Türkiye'nin en iyi haber sitesi
BAŞYAZI MEHMET BARLAS

Bugünü doğru anlamadan yarını nasıl öngörebiliriz ki?

Yıllar önce tanıdığım ünlü bir işadamı işlerinin cirosu da kârlılığı da artarken ve yeni şirketler kurup farklı alanlarda yatırımlar yaparken, alt dudağını sarkıtır "Bu gidiş iyi gidiş değil, memleketin durumu beni endişelendiriyor" derdi.
Onu daha yakından tanıyınca bu kötümserlik gösterisinin kıskançlıkları ve nazar değmesini önlemek amaçlı olduğunu anlamıştım.
Ancak tüm kötümserlikler bu çeşit nedenlere bağlı değildir.
Bazen de insanlar yaşadıkları dün ile içinde bulundukları bugün arasındaki farkın kendilerine yansımasını da görmeyebilirler.
"Kadıköy vapurunda herkes birbirini tanır ve selamlaşırdı" söyleminden giderek nüfusu 1 milyonun altındaki İstanbul'un yokluklarını, ilkelliklerini görmezden gelirler.
"O eski güzel günler geri gelmez" diye sürekli nostaljik takılmayı, çağdaşlık zannederler.
Kendi küçük yaşamlarındaki "Teldolap"tan buzdolabına geçişlerini hatırlamazlar ki "Bilişim Çağı"na girişi değerlendirebilsinler...
Hayal ettikleri geleceği mazide aramanın şaşkınlığını seslendirirler bunlar.
Üstelik bunu GSM cep telefonunu kullanarak yaparlar.

Vizyon sahibi olanlar

Bugün ile gelen değişimi anlamamış ve değerlendirememiş kesimlerin gelecekteki değişimin çapını sağlıklı biçimde öngörebilmeleri, doğal olarak pek mümkün değildir.
Oysa bazıları da geleceği öngörmeye çalışmaktan öteye geleceği yönlendirmeye, istikbali şekillendirmeye çalışırlar.
Bu "Bazıları" siyasetçi de, bilim adamı da, girişimci de, hukuçu da veya başka mesleklerden insanlar da olabilir.
Yani vizyon sahibi olmak ve bunu icraata geçirebilmek, sadece Atatürk veya Turgut Özal çapındaki siyasetçilere özgü bir ayrıcalık değildir.
Burada biz medya mensuplarına ve genel olarak düşünce üreten aydın odaklara düşen bir yükümlülük elbet vardır.
Bu yükümlülük en azından "Bugünü doğru anlamaya çalışmak" değil midir?
Çünkü bugünü doğru anladığımız oranda, yarına hazırlıklı olabiliriz.

Saplantılardan arınmak

Bunun için de siyasal saplantılarımızın, vücut salgılarımızın ve kişilere dönük ön yargılarımızın bizi yönlendirmesinden olabildiğince uzaklaşmaya çalışmamız gerekiyor.
Bu bizim siyasal iktidarı eleştirmekten kaçınmamız veya muhalefet etme özgürlüğünden feragat etmemiz anlamına gelmiyor.
Ama kin ve nefret üretmeyi, kavgayı ve gerginlikleri körüklemeyi, hakaret ve iftirayı "Basın özgürlüğü"nün öğeleri olarak görmekten kaçınmamız anlamına geliyor.
Kendimiz gibi olmayan, bizim gibi düşünmeyen, bize benzemeyen insanların ve kesimlerin de, birlikte yaşamaya mecbur olduğumuz, ortak geleceği paylaştığımız topluluklar olduğunu kabul etmemiz kaçınılmaz bir gerektir.
Bu arada ülkeye ve topluma vizyon ve icraat sunabilen, yarına dönük projeleri olanları da, teşvik edebilmeliyiz.
"Madem benim gibi düşünmüyor, o zaman her yaptığı ve her söylediği yanlıştır" benzeri bir toptancılık, demokratik kültüre yakışan bir tutum değildir.

Gelecek bugün kadar yakın

Geçmişteki "Kayıp yıllarımız"ın ne kadar fazla olduğunu hiç unutmayalım.
Muhalefet modelini yeniçerilerin kazan kaldırmasından veya "İstemezükçüler"in dünyadaki değişim ve gelişimi bize layık görmemelerinden alan siyasete prim vermeyelim.
Seçim yolu ile iktidar değişiminin siyasetçiler için ölüm-kalım meselesi olması sürecine son vermeye çalışalım.
Artık hiçbir başbakan "Benim bir idamlık bir de bayramlık giysim var" diye düşünmesin.
Bugünü böyle değerlendirebilirsek, yarın hem daha parlak olur hem de hepimiz bu yarına hazır oluruz.
Einstein "Geleceği düşünecek vaktimiz yok, öylesine hızlı gelir ki" demiş.
Gerçekten de durum öyle değil mi?
2000 yılına girdiğimiz gün dün kadar yakın değil mi?
Oysa 10 yıl önceydi o gün...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA