Türkiye'nin en iyi haber sitesi
BAŞYAZI MEHMET BARLAS

Ayıpları görmezden gelerek huzurumuzu koruyabilir miyiz?

Acaba "Bu gök kubbe altında söylenmedik söz yoktur" gerçeğini kim seslendirmiş ilk kez?
Aklınızdan geçen bir düşünceyi yazıya dökerken ve bunun yeryüzünde ilk kez bu şekilde anlatıldığını zannederken, Google sayesinde, yine yanıldığınız görüyorsunuz.
Bizim edebiyatımızda her çeşit durumu gözlemleyip, bunlardan çarpıcı öykülerle kıssalar çıkartan yazarların başında, bana göre Ömer Seyfettin (1884-1920) gelir.
Ömer Seyfettin bugün yaşasaydı ve adliyelik ya da karakolluk olan durumları ele alan bir hikaye yazsaydı, herhalde "Yüksek Ökçeler"i genişleterek yeniden kaleme alırdı.
Yüksek Ökçeler'in kahramanı Hatice Hanım, 13 yaşındayken 60 yaşındaki sağlıksız ama varlıklı bir adamla evlendirilen, genç yaşta dul kalmış bir kadındır.

Yüksek ökçeler ve huzur
Geleneksel görücü usulü ile evlendirilmesine tepki olarak terliklerini bırakmış ve Batı modeli yüksek ökçeli ayakkabılar giymeye başlamıştır... Bu şekilde Göztepe'deki köşkünde yüksek ökçeli ayakkabıları ile dolaşır ve hizmetkarlarının (Eleni, Gülter, Mehmet ) dürüstlükleri ile iftihar ederdi.
Bir gün başı dönüp bayılınca ve doktor da bu rahatsızlığın nedenini "Yüksek ökçeler"e bağlayınca yine yumuşak tabanlı ökçesiz terliğe döner.
Ama artık ayak sesleri duyulmaz olur.
Ses çıkartmadan köşkünde dolaşırken dürüst sandığı hizmetkarlarının kendisi hakkında dedikodu yaptıklarını, aşçıyla hizmetçinin fingirdeştiğini, kilerin soyulduğunu görür ve duyar.
Sonunda eski huzuruna kavuşmak için yine yüksek ökçeli ayakkabılara döner.

Hatice Hanım gibiydik
Biz de toplum olarak yakın geçmişte Hatice Hanım gibi yaşamıyor muyduk?
Şimdi adliyelik olan konular, faili meçhul cinayetler, darbe girişimleri ve şike benzeri durumlar hep vardı. Ama siyaset, güvenlik ve yargı yüksek topukla dolaştıklarından olacak, bu ayıplı davranışlar sanki hiç olmuyorlarmış gibi devam ederdi.
Derken bunların hepsinin farkına varıldı ve hepsi adliyelik oldular.
Ama bu durum ilgili pek çok kesimi rahatsız ediyor.
Acaba yine yüksek ökçelere dönüp huzurumuzu korumayı mı deneyelim?
Cuntalar da kurulsun, maçlar da şikeli yapılsın... Ama bunları görmezden gelelim... Ses çıkartmadan ve kimsenin tekerine çomak sokmadan, Türkiye diye bilinen köşkte dolaşıp duralım.

Dünyanın nizamı bu mu?
Ömer Seyfettin bir başka öyküsünde de (Dünyanın Nizamı), erkek egemen düzene öfke duyduğu için evlenmeyen genç kızın, tavukları rahatsız ettiği gerekçesiyle kümesteki horozu öldürmesini ele alır.
Ne var ki bu erkek düşmanı genç kız horozu öldürdükten sonra, kümeste düzenin bozulduğunu gözlemler. Ve böylece horozun tavukların düzenini, birlik ve beraberliklerini sağladığının farkına varır. Tavuklar nasıl horoza ihtiyaç duyuyorlarsa kadınların da erkeğe ihtiyaç duyduklarını anlar. Bunun "Dünyanın Nizamı" olduğunu kabul eder. Dünyanın nizamına uyup evlenmesi gerektiğini anlamıştır artık.
Acaba bu genç kız horozu öldürmeden de bu gerçeği anlayamaz mıydı?
Ya da bu "Düzen"in bir yansımasının da "Töre cinayetleri" olduğunun farkına varır mıydı?
Veya "Vesayetçi Demokrasi"nin horozu devre dışı kalınca, neden bazı tavukların huzursuz olduklarını da anlamaya çalışır mıydı?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA