Türkiye'nin en iyi haber sitesi
BAŞYAZI MEHMET BARLAS

Bu kadar gelişmişlik bizim canımızı mı sıkar?

Her seferinde sanki ilk defa kış mevsimi gelmiş, ilk kez kar yağıyormuş ve yine hazırlıksız yakalanmışız gibi hissetmiyor muyuz?
Toplumlar da bireyler de, aslında her sabah hayata yeniden başlar. Gelişmişliğin bir ölçüsü de, bellekteki bilgilerin ve yaşanan deneylerin gerektiği zaman hemen değerlendirilmesidir.
İsviçre'nin dağ ve kayak kasabası Davos'ta, bir akşam kar yağmaya başlamıştı... Gece yarısı otelin penceresinden yola baktım.
Kar öylesine her şeyi kaplamıştı ki, kenarlarda park etmiş otomobiller artık görünmüyordu.
Yatarken "Yarın hayat durur, biz de herhalde dışarı çıkamayız" diye düşünmüştüm.
Sabah kalktığımda ise yollarda kar yoktu.
Otomobiller de temizlenmişti.

Yaşananları unutmamak

Davos belediyesi her yıl yağan kara karşı hazırlıklıydı çünkü... Kar bir sürpriz değil, doğanın her kış mevsimindeki getirisiydi.
Bütün araçlarda kar lastiği olduğu için de trafik hiç tıkanmıyordu.
Bizim güzel İstanbul'umuzda ise vatanımın insanları yine kabak lastiklerde trafiğe çıkmış olmanın eziyetlerini, hem kendileri yaşıyor, hem de diğer sürücülere yaşatıyorlardı.
Her alanda durum böyle değil mi?
Örneğin cezaevlerini düşünün...
20'nci yüzyılın başında İngiltere'deki cezaevleri, romanlara konu olan ilkelliklerin ve insanlık dışı durumların mekânlarıydı...
Derken kadınlara oy hakkı verilmesini isteyen, kendilerine "Suffragette" denilen orta ve üst sınıflardan hanımlar gösterilerde tutuklanıp Londra'nın Holloway cezaevine gönderilmeye başlanınca, bu kesimler de mahkûmların ne durumda olduğunun farkına vardılar.

Cezaevleri reformu

Bu sivil toplum hareketi (WSPU) sonunda hedefine ulaştı. İngiltere'de 1918'de 30 yaşın, 1928'de de 21 yaşın üzerindeki kadınların seçme ve seçilme hakkı kabul edildi.
Siyasi haklar için mücadele ederken tutuklanan kadınlar, bu defa cezaevleri reformu ve mahkûmların hakları için de kampanya başlatmıştı. Bu şekilde 1913'ten başlayarak mahkûmların da, bazı temel haklara sahip oldukları kabul edildi.
Bizde de siyaset yaparken veya farklı sözler söyleyip yazarken sayısız seçkin insan cezaevine girdi çıktı... Ama bunlardan kamuoyuna yansıyan tablolar, İngiltere'dekine benzer bir cezaevi reformu zorlamasını getirmedi bizim yönetimlere...
Sadece şiirler, mektuplar ve Yeşilçam senaryolarına yansıyan görüntüler kaldı geride.

Faşizme hoşgörü yok

Gelişmiş ülkeler de faşizmi, cuntacılığı ve her çeşit siyasi sapkınlığı bizim yaşadığımız gibi yaşadılar.
Ama bunları hiç unutmadılar... Dün sevgili Engin Ardıç "Auschwitz" toplama kampının kapısı önünde Nazi selamı veren Türk öğrencilerin tutuklanmalarının nedenini, pek güzel irdelemişti.
İşin özünde Almanya'nın artık yeni bir "Nazizm"e, sembolik veya mizahi gösteriler yoluyla bile hayat hakkı tanımaması var.
Bizde ise her kış mevsiminde yağan karın yeni bir şeymiş gibi karşılanmasına benzer şekilde, cuntacılık da, darbecilik de, her seferinde yeni bir oluşum gibi karşılanıyor... Bazıları da "Bakalım bunun sonunda ne olur" diye merakla ve bazen de destekle beklemiyorlar mı?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA