Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ATİLLA DORSAY

Beyoğlu, Emek ve Hıncal

Beyoğlu sinemalarına kavuşmak güzeldi. Özellikle de Atlas'a... Geçen gün orada üst üste üç film görünce Cevdet Bey'e şaka yaptım: 'Artık beni burada yatırırsınız,' diye... O da "Hayhay abi, sana Abdülaziz'in garsoniyerini açıverelim," dedi. Malum, Atlas'ın üstü padişahın garsoniyeriymiş, günahı söyleyenin boynuna! Böylece binanın ve dolayısıyla Atlas'ın yıkılma tehlikesi yok, ne iyi!
Ama ben bu yıl iki salonu kullanılan Fitaş sinemalarından da çok memnun kaldım.
Özellikle en büyüğü olan Fitaş-4. Rahat koltuklar, geniş perdeler, pırıl pırıl bir projeksiyon. İyi ki bunlar var da Beyoğlu bir sinema semti olmaktan tümüyle uzaklaşmıyor.
Ama tabii, kimse Emek'i unutamıyor. O hep gündemde olacak ve inşallah günün birinde onarılarak yeniden açılacak. Bu konuda hemen tüm sinemaseverlerin bitmeyen tepkilerine kulak tıkayarak yine 'fareli salon' edebiyatı yapmayı sürdüren son derece inatçı dostum Hıncal'a da bir çift sözüm var. Herkes değerlerini, yargılarını ve kararlarını kendi yaşamışlığıyla, kendi deneyimleriyle oluşturuyor. Bu doğal. Ama empati denen bir şey de yok mu?
Hıncal'la aynı yaşlardayız. Ama o kısa pantolonla Anadolu bozkırında top peşinde koşarken, bizler burada yine kısa pantolonla Emek (o zamanki adıyla Melek) Sineması'nda film izliyorduk. O Ankara'da okuyup bu kez kız peşinde koşarken, bizler yine burada Emek'te film izlemenin keyfini çıkarıyorduk.

SİNEMA DEVLERİNİ AĞIRLADIK
Ve yine bizler, eklenen yepyeni kuşaklarla birlikte ve 1982'den beri, adına İstanbul Sinema Günleri, sonra da İstanbul Uluslararası Film Festivali denen olayın içinde, bu salonda sayısız deneyim, izlenim ve anı biriktirdik. Burada Antonioni'den Kazan'a, Saura'dan Bertolucci'ye, Schrader'den Schlesinger'e, sayısız sinema devini ağırladık. Yıldızları bir kenara koyuyorum. Hayatında festivale adım atmayan Hıncal bunları da yaşamadı.
Büyük kentlerde böylesi mekanlar vardır: Yıllar boyu sanatın bir veya birkaç türüne ev sahipliği yapmış... Bunları yenilemek, modernleştirmek adına yıkmak, bunlara ilişmek kimsenin aklına gelmez. Çok iyi bildiğim için Paris'ten örnek vereyim: Orada Odeon'dan Chatelet'ye eski tiyatro salonlarına, Olympia'dan Pleyel'e konser salonlarına, Moulin Rouge'dan Lido'ya eski gece kulüplerine dokunmak, dünyanın bu en gözde kentinde onları ranta feda etmek kimsenin aklına gelmez. Gelse de toplum hemen onun yanıtını verir. Tüm bu yapıların mahzen-lerinde kimi zaman burunlarını yukarı uzatan ne fareler de vardır, görmüş kadar biliyorum!
Tüm bunları boşuna yazdığımı da biliyorum. Çünkü kimse Hıncal'a bir şey öğretemez, onun fikrini değiştiremez. Son söz hep onun olmalıdır, herşeyin en doğrusunu bilen odur. Ama, dediğim gibi, biraz empati yapıp yıllardır inatla Emek'i savunan, çoğu o parlak günlere yetişmemiş gençlerin de katıldığı o bitmeyen protestoları gerçekleştiren insanlara biraz kulak verse...
Ama vermez, o Hıncal Uluç'tur. Neyse, ben bir kez daha yazmış olayım...

YAZARIN BUGÜNKÜ DİĞER YAZILARI
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA