Hayat bazen sürekli yön değiştiren fırtına gibi... Siz kaçmaya çalıştıkça peşinizden takip eder, tahrip eder. Neye tutunacağınızı bilemezsiniz. Fırtına bittiğinde ise, nasıl hayatta kalmayı başarabildiğinizi anlayamazsınız bile... Ama kesin olan bir şey vardır, artık hiçbir şey eskisi gibi değildir... Peki, bu fırtınadan siz nasıl etkilendiniz? Bundan sonra hayata karşı tavrınız nasıl olacak?

NE KADAR YANILMIŞIM
Eskiden güçlü olmak için katı olmam gerektiğine inanırdım... Bağımsız olmak içinse kimseye ihtiyacım olmaması gerektiğini... Ne kadar yanlış biliyormuşum. Ne kadar çok kalbini açabiliyorsan, savunma sistemini ne kadar yumuşatabiliyorsan, o kadar kendini iyi hissediyorsun ve o kadar değer görüyorsun. İçinizdeki gücü ve kırılganlığı, tecrübeyi ve saflığı, özgünlüğü ve sıradanlığı, özgür olma ve ait olma ihtiyacını bir bütün olarak görebildiğiniz ve kabul edebildiğiniz zaman hayat artık sizi hiçbir şekilde silkeleyemez. Bu girişten sonra, size Amerika'da yeni vizyona giren, 'hayata dokunacak' filmlerden bazılarını önermek istedim. 'The King's Speech'-(Colin Firth, Geoffrey Rush)
* 'The Fighter' (Mark Wahlberg, Christian Bale, Amy Adams)
* 'Rabbit Hole' (Nicole Kidman, Aaron Eckhart)
* 'Blue Valentine' (Michelle Williams, Ryan Gosling)
* 'Somewhere' (Stephen Dorff)

MUHTEŞEM PERFORMANSLAR
Belki konu olarak ilginizi çekmeyecek kadar sıradan, hüzünlü, kasvetli (bazıları esprili) filmler olabilir bunlar ama hepsi insanı, karmaşık ilişkileri, hırsı, yalnızlığı, kayıpları, bağımlılıkları, boş hayatları pek çok yönü ile işleyen, etkileyici, çok güzel anlatılmış hikayeler. Gerçek karakterler... Muhteşem performanslar... Öyle ki, aynı kendi hayat hikayelerimizde olduğu gibi fırtına sonrası da hayat devam ediyor bu filmlerde; en zor zamanlarda bile yüzünüzü dönebileceğiniz birisi ve gülümseyeceğiniz bir neden var...