Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

Otoriter aydınlanmacılık ve demokrasi

1950 sonrası Türk siyasetinin neredeyse her seçim sonrasında tekrarlanan bir tartışması da "sol"un neden başarısız olduğunun irdelenmesidir. Parti örgütü faaliyetinden, seçimlerde kullanılan slogan ve reklâmlara uzanan bir alandaki nedenlere indirgenen söz konusu başarısızlık sebepleri arasına, genellikle, yapısal olanlar dahil edilmemektedir.
Bu yapısal nedenlerin başında gelen ise kendisini daha sonra "ilerlemeci aydınlatıcılık" üzerinden "sol" ile eklemleştiren otoriter zihniyetin gerçekte "sol" ile bir ilişkisinin bulunmaması, onun demokrasiyi içselleştirmesi imkânsız bir "ilerlemecilik" ve tek yönlü bir "aydınlatma" faaliyetini ise "siyaset" olarak kabul etmesidir. Dolayısıyla gerçekte serbest seçimleri kazanamayan, verdiğini düşündüğü tüm tavizlere karşın, temel parametrelerini demokrasi ile bağdaştırma çabasında başarısız olan bilimci-muhafazakâr zihniyetten başkası değildir.
1908'den 1950'ye kadar, kısa aralıklar haricinde, iktidar tekelini elinde tutan bu zihniyet üç temel üzerinde durmaktadır. Bunlardan birincisi liberalizmin tam zıttı bir yaklaşım ve felsefî açıdan çok sorunlu bir kavramsallaştırma olan "iyi"nin bilinebileceği ve bu alanda açık tartışmanın gerekirse yasaklanabileceği tezidir. Bir misâl vermek gerekirse, bu zihniyet "çok sesli müzik"in "iyi" olduğunu, dolayısıyla onun diğer tercihler aleyhine, gerekirse onlar yasaklanarak, topluma benimsettirilmesinin gerekli olduğunu varsayar.
Zihniyetimizin ikinci temeli insanlığın ilerleme çizgisinin, tarihin yönünün bilinebileceği ve bunun takibinin gerekliliğidir. Bu şüphesiz Marksizm ile de ilişkilendirilebilecek bir yaklaşımsa da örneğimizde yapılan analiz temelde üretim tarzlarıyla ilintilendirilmemektedir. Bu açıdan bakıldığında söz konusu olan nereye ulaşacağı belli bir "medeniyet tasavvuru"ndan başka değildir. Bu "tasavvur" 1920 ve 30'lu yıllarda dünyanın ileride nasıl bir şekil alacağı yolunda öne sürülen (meselâ Cumhuriyet liderlerinin fazlasıyla etkilendikleri H. G. Wells'in dünya tarihinin analitik değerlendirmesini yapan kitabındaki bölüm gibi) tezler çerçevesinde ve tüm diğerlerinin ona evrilmesi kaçınılmaz olan "tekil modernlik" tezi üzerine inşa edilmiştir.
Zihniyetimizin üçüncü temel direği ise toplumla arasındaki ilişkiyi bir tenvîr-tenevvür (aydınlatma- aydınlanma) ilişkisi olarak kavramsallaştırmasıdır. "İyi" değerler, kendisine ulaşılması kaçınılmaz "modernlik"e erişebilmek için topluma iletilmeli, toplum "aydınlatılmalı"dır. Bu yaklaşımın ciddî bir seçkinciliği içerdiği şüphesizdir. "Halk için" ama "halkla beraberce" yapılmayan, "serbest biçimde halkın temsilini" sağlayan kurumlara dayanmadan gerçekleştirilecek bu seçkincilik, zihniyetimizce "halkçılık" olarak adlandırılarak "sol" bir söylem haline getirilmektedir. Bu söylem ise ilginç şekilde zihniyetin halk ile olan ilişkisinde karşılaştığı zorlukları, başta "cehalet" ve "aydınlanma düşmanlığı" olmak üzere bizatihi halkta var olduğuna inanılan sorunlarla, ya da ona "yeterince inilememesiyle" açıklamaktadır.
Bu zihniyet tüm ilerlemeci modernleştiricilik hareketleri gibi tabiatı icabı otoriter olmak zorundadır. "İyi"nin ne olduğunu belirleme tekeli kuran, onu nereye gideceği bilinen topluma, en etkin yollarla benimsettirmeye çalışan, bunu bir aydınlatma-aydınlanma ilişkisi olarak gören bir zihniyet otoriter olmak zorundadır. Genellikle varsayılanın tersine bu zihniyetin demokrasi ve açık toplum değerleriyle bağdaştırılabilmesi mümkün değildir.
Nitekim toplumumuzda kendini "sol" olarak tanımlayan bu zihniyet verdiğini düşündüğü tüm tavizlere karşın karakteri nedeniyle bu bağdaştırmayı yapamamaktadır. Bu zihniyetin 1950 öncesi "çok partililik" "denemeleri"ne oldukça kısa süreler tahammül edebilmesi, 1950 sonrasında ise vesayete dayalı bir "iktidar üzeri iktidar" olma gayreti içerisine girmesi tesadüf eseri değildir. Sorun bu zihniyetin seçim başarısı kazanarak iktidar olamaması değil, oldukça geniş bir tabana hitap edebilmeyi sürdürmekte olmasıdır.
Kendisini inkâr etmeden açık toplum ve demokrasi içinde kendine yer bulması mümkün olmayan bu zihniyetin, kalkınmacılığı dinî muhafazakârlıkla bağdaştıran siyasî hareketlerin temel, ancak serbest seçimlerle iktidara gelmesi mümkün olmayan, alternatifi olması Türk siyasetinin ciddî sorunlarından birisidir. Böylesi bir yapılanma toplumumuzda siyasetin oldukça sığ bir zemin ve tartışma ekseninde yapılması neticesini doğurmaktadır.
Dolayısıyla Türk siyasetinin yapısal sorunu aydınlatmacı otoriter zihniyetin süregelen seçim başarısızlığı değil, onun siyasî yelpazede oldukça geniş bir temsil bulmasıdır. Bu ise sadece temsilcisi olduğunu savunduğu "sol"un değil diğer alternatif hareketlerin de gelişmesini engelleyen yapısal bir meseledir.
Gerçek anlamda sol ve diğer alternatif hareketlerin güçlenerek siyasete ağırlıklarını koymaları, ne yaparsa yapsın kendisini demokrasi ile bağdaştıramayan otoriter aydınlatmacılığın toplumun önünde temel bir alternatif olmasının önüne geçilmesini sağlayacaktır. Bunun Türk siyasetinde gerçek bir devrim yaratacağı kuşkusuzdur.
Bunun ne denli zor olduğu, otoriter ilerlemeci tek parti rejimlerinden çok partili demokrasilere geçmeye çalışan değişik toplumlardaki süreçlere bakılarak anlaşılabilir. Tek parti yapıları aracılığıyla toplumu tek yönlü şekillendiren, temel yaklaşımlarını nesillere benimseten, onları bu şekilde toplumsallaştıran zihniyetler demokrasiye geçiş sonrasında iktidarın temel alternatifi olma özelliği kazanmakta ve bunu bazen uzun süre koruyabilmektedirler.
Bu alanda pek çok toplumda daha hızlı biçimde gerçekleşen dönüşüm, Türkiye'de çoğulcu yaşama oldukça barışçı bir süreç sonrasında geçilmiş olması ve otoriter aydınlatmacılığın temel yaklaşımlarından sürekli tavizler vermesi nedeniyle halen tamamlanamamış durumdadır. Bunun ise ancak söz konusu zihniyetin "sol" ile uzaktan yakından bir ilgisinin bulunmadığı, onun karakteri gereği otoriter olduğu ve bu nedenle de kendi olmaktan vazgeçmemesi durumunda demokrasi ile bağdaşamayacağının anlaşılabilmesiyle mümkün olduğu unutulmamalıdır.
Zikredilen dönüşüm gerçekleştiğinde "sol" ya da başka bir yaklaşımın seçim başarısının tartışıldığı bir Türkiye'nin doğuşu gerçekleşebilecek, aksi takdirde seçim başarısızlıklarının temel nedenlerinin irdelenmesi ve bu alanda suçun "cahil" halka yüklenmesi sonsuza kadar devam edecektir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA