Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

Bir logokrasinin son günleri

Türkiye'de resmî ideoloji çerçevesinde oluşturulan ideokrasi, logokrasiye evrilmiş durumdadır. Ancak logokrasinin yolun sonuna yaklaştığını söylemek kehanet olmaz

Türkiye kapsamını kavramakta güçlük çektiğimiz büyük bir dönüşüm sürecinden geçmektedir. Toplumun on dokuzuncu asır düşünce akımlarının ürünü olan resmî ideolojisi değişen dünyaya cevap vermede yetersiz kalmış, yeniden yapılandırılması girişimleri netice vermemiş, toplum üyelerinin gerçeklikle uyuşmayan, "olması gereken sanal dünya"da yaşatılması da global ölçekli "bilgi devrimi" nedeniyle fazlasıyla zorlaşmıştır.
Söz konusu dönüşüm rövanşist iç düşmanlar tarafından sinisice yürütülerek, dış düşmanlarca desteklenen bir "karşıdevrim" nedeniyle değil, asırlık bir ideolojinin iflâs etmesinden dolayı yaşanmaktadır. Bugün "olması gereken dünyaya" inanç duyan, o sanal âleme gözlerini kapatabilen azınlık dışında herkesin görebildiği gibi bu ideolojinin artık Türkiyesi'yi taşıyabilmesi mümkün değildir.
Buna karşılık Türkiye'de resmî ideolojinin "söylem" düzeyinde yaygın kullanımı ve egemenliği sürmektedir. Bu haliyle toplumumuz Sovyet toplumunun son yıllarıyla benzeşmektedir. Alain Besançon, Brejnev döneminin bir değerlendirmesini yaparken rejimin gücünü gerçekte "kimsenin resmî ideolojiye inanmadığını" kavramasından aldığını savunmuştu. Herkes "ideoloji"nin iflâs ettiğini kabul ediyor, ancak onu "konuşuyor," söylem düzeyinde yeniden üretiyor ve sloganlarını tekrarlıyordu.
Tom Casier'in güzel yorumuyla rejim "ideokrasiden logokrasiye" evrilmişti. Dolayısıyla artık ideolojinin değil "söylem," "kavram" ve "ifadeler"in iktidarı söz konusuydu. Logokrasi "neyin söylenip" "neyin söylenmeyeceğini" ve "söylenebilecekler"in hangi kalıplar çerçevesinde dile getirileceğini belirliyordu. Bu koşullarda Czeslaw Milosz'un ifadesiyle söylem düzeyinde var olan bir sözde gerçeklik yaratılıyor ve aslında kimsenin inanmadığı bu gerçeklik "söylem"in yeniden üretilmesi yoluyla iktidarını sürdürüyordu. Logokrasi de toplum üyelerinden artık söyleme "inanmalarını" değil, ona saygıda kusur etmemelerini ve tüm açıklamalarını onun çerçevesinde yapmalarını bekliyordu.
Vaclav Havel Güçsüzlerin Gücü'nde (1978) bir zerzevat dükkânı işleticisinin soğan ve havuçlar arasında üzerinde "Dünya İşçileri Birleşin" sloganı yazılı bir pankart sergilemesini tahlil eder. Havel işleticinin mesajının "Ben zerzevatçı XY, burada yaşıyorum ve ne yapmam gerektiğini biliyorum. Benden beklenilene uygun davranıyorum ve kınanmam mümkün değildir. Ben [rejime] sadığım ve rahatsız edilmeden, yaşamaya hakkım vardır" olduğunu savunur. Bu herhalde ortalama vatandaş ile logokratik iktidar arasındaki ilişkiyi anlatan en güzel tahlillerden birisidir.
Logokrasilerde "söylem"i tekrar onun benimsendiği anlamına gelmez. Bunun yanı sıra eleştirileri "söylem" içinde, onun yarattığı "sanal âlemin dışına çıkmadan" yapma zorunluluğunun yarattığı iki temel sonuç vardır. Bunlardan birincisi her türlü entelektüel eleştirinin "siyasî" nitelik kazanmasıdır. Bunun yanı sıra "muhalefet" de ancak egemen söylem ve sanal gerçeklik üzerinden üretilebilmektedir. Dolayısıyla söylemin temel dayanakları yeniden okunmakta, yorumlanmakta ve sanal gerçeklik sınırları içinde, egemen söylem kalıplarına uygun muhalif görüşler üretilmektedir. Buna verilecek çarpıcı bir misâl 1968 Prag Baharı'nın sloganı olarak kullanılan "sosyalist demokrasi" kavramsallaştırmasıdır.
Türkiye'de şu anda yaşadığımız süreçte de resmî ideoloji çerçevesinde oluşturulan ideokrasi, logokrasiye evrilmiş durumdadır. Bu tespiti yaparken egemenliği altında yaşadığımız logokrasinin ürettiği söylemin Sovyet örneğiyle karşılaştırıldığında fazlasıyla sığ olduğunun altının çizilmesi gerekir.
İdeoloji artık Erken Cumhuriyet dönemi benzeri bir "inanç" talep etmemekte, kırmızı çizgisini "söylem" dışına çıkmama ve "kutsallaştırılmış kavram, metin ve vecizelere atıfta bulunarak saygı ve sadakati kanıtlama" noktasına çekmektedir. Benzer şekilde sadece söylem düzeyinde var olan "gerçeklik"e inanma da artık zorunlu görülmemektedir. Ancak ona "saygısızlık" etmemek, eleştirileri bile onu yeniden yorumlayarak yapmak gerekmektedir. Türkiye'de sıklıkla tekrarlanan ezberler ve sergilenen sloganlar da gerçekte Havel'in zerzevatçısının hedeflediği mesajları vermektedir. Kırmızı çizgilerdeki bu esnemeye karşılık, iktidar "söylem"e dayandığı için her türlü entelektüel eleştiri "siyasî" bir tavra karşı gelmekte ve en sert kınamalara neden olmaktadır.

Logokrasinin geleceği
Charles Derber, Power in the Highest Degree (En Üst Derece İktidar) derlemesinde günümüz toplumlarında "söylem"e dayalı, entelektüel ve uzmanlardan oluşan bir tabakanın önderliğinde yeni bir logokrasinin oluştuğunu ileri sürer. Buna karşılık Türk logokrasisi, Derber'in "bilgi tekeli iddiasıyla söylemi belirlemeleri" nedeniyle sermayeyi ellerinde tutmamalarına karşın idare mekanizmasına egemen olduklarını vurguladığı, Çin Mandarinleri (bürokratlar), ortaçağ ruhbanı ile Sovyet bürokratları benzeri klâsik gruplar tarafından üretilmektedir.
Ancak kendilerini söylem ve sanal gerçekliğin üretici olarak gören bu grupların çabalarına karşın logokrasinin toplumumuzda yolun sonuna geldiğini söylemek yanlış olmaz. Logokrasinin Google ve YouTube dünyasında yaşatılması, bir otarşi düzeni yaratılamaması durumunda artık mümkün değildir. Anadolu Sermayesi olarak adlandıran çevreler, "söylem"i en fazla onun kaynaklarını yeniden yorumlayarak eleştirebilen İstanbul burjuvazisinin tersine "sanal gerçeklik" sınırlarını zorlama eğilimindedir. Bunlara ilâveten logokrasinin resmî ideolojinin yeniden yorumuyla ulusalcılık adı verilen fazlasıyla radikal bir söylem üretmesi sorunu daha çetrefil hale getirmiştir. Esneyen kırmızı çizgiler içinde bile zorlukla tutulabilen bir toplumun, 1919 şartlarının var olduğu bir "yeni Kuva-yı Milliye mücadelesi" sanal dünyasında yaşatılmak istenilmesi, Havel'in zerzevatçısınınkilere benzer sadakat gösterilerini zorlaştırmıştır.
Logokrasinin ömrü ile ilgili öngörüde bulunurken, uzun süre ideokrasi ve logokrasi ile yönetilmiş toplumların "sanal" âlemden gerçek dünyaya geçiş süreçlerinin fazlasıyla sancılı olduğuna değinmek gerekir. Bu sıkıntılara karşın söz konusu dönüşüm gerçekleşecektir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA