Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

Tarih bilincimizi artıralım, "tarihçi"likten kurtulalım

Toplumumuz post-modern dünyada on dokuzuncu asır düşünce akımlarının egemen olduğu bir müze olma ayrıcalığına sahiptir. Bu asrın önemli niteliklerinden birisi olan ve "tarih bilinci" ile karıştırılan "tarihçilik" ise geçmişi tarihselleştiremememizin önemli nedenlerinden birisidir.

Her çeşit müze, kütüphane ve akademiyi yerle bir edelim... Müzeler ile mezarlıklar birbirlerini tanımayan vücutların uğursuz yanyanalığı nedeniyle birbirine benzer... Bu toprakları profesörlerin, arkeologların, turist rehberlerinin, eski eser uzmanlarının kokuşmuş kangreninden kurtarmak istiyoruz. Kütüphane raflarını ateşe verelim, kanalları yönlendirerek müzelerin bodrumlarına su bastıralım, ünlü tablolar sahillere vursun." Bu çarpıcı alıntıyı da içeren ve Fransızca tercümesinin 1909 yılında Le Figaro gazetesinde yayınlanması sonrasında ün kazanacak olan Gelecekçilik (Futurism) Manifestosu, yeni bir sanat anlayışı ve modernlik tanımı ortaya koymasının yanısıra, on dokuzuncu asrın çok önemli bir niteliğini de eleştiriyordu.

Bir "tarihçilik"asrı

Manifesto'yu kaleme alan Filippo Tommaso Marinetti feminizm karşıtlığı ve savaş yüceltilmesi benzeri faşizan ifadelerin de yer aldığı metinde on dokuzuncu asır dünyasının en önemli karakterlerinden olan "tarihçilik"e (tarih uzmanlarının çalışması değil, her şeyi tarihle açıklama yaklaşımı [historism] anlamında ki, tarihselcilik [historicism] de bazen bunu ifade için kullanılmaktadır) şiddetli eleştiriler getiriyordu. Bu anlamıyla "tarihçilik" on sekizinci asır akılcılığına gösterilen tepkiydi.
Konu üzerine 1936 yılında kaleme aldığı kitap hâlâ temel eser muamelesi gören Friedrich Meinecke tarihçilik yaklaşımının "Batı düşüncesinin geçirdiği en önemli değişim" olduğunu ileri sürer. Bu değişimi doğuran "tarihçilik," yaşamın ve güncelin sadece tarih üzerinden anlaşılabileceğini, geleceğin de tarihin ilerleme çizgisinin kavranması aracılığıyla tahmin edilebileceğini savunan bir dünya görüşüdür. Böyle yaklaşıldığında "tarih" geçmişi anlama aracı olmaktan çıkıp güncel yaşamın tarihselleştirilmesinde kullanılmakta, güncel ise bir sürecin kaçınılmaz aşamalarından birisi haline gelmektedir.
On dokuzuncu asır bu anlamıyla tarihteki olguların değil, bir süreç olarak tarihin "kendisinin" ya da "insanlık tarihi" olarak kavramsallaştırılmış şeklinin belirleyici olduğu bir "güncellik" yaratıyor ve buna dört elle sarılıyordu. Bu yapıldığında ise tarih, belirli kanunlar çerçevesinde yaşamı ve geleceği belirleyen bağımsız bir varlık haline geliyordu.
Georg Iggers'in altını çizdiği gibi tarihçilik, "tarih bilincine sahip olmak" ya da "günümüzü anlamada tarihten yararlanma" değil, tarihin bir "amacı" olduğu ve değiştirilemez bir "ilerleme çizgisi"ne sahip bulunduğunu savunmaktır. Buna karşılık tarih bilincine sahip olma, içinde yaşanılan gerçeklik ile değişik bir gerçekliğin "farklılıklarını" bağlamlarından koparmadan karşılaştırabilmektir.
Popper'ın tarihselciliği eleştirirken ele aldığı en önemli örneklerden birisi Eflatun'dur. Dolayısıyla "tarihçilik" bizatihi on dokuzuncu asrın ürünü değildir. Ama Hegel, Marx ve Mill'den Toynbee'ye uzanan bir liste on dokuzuncu asrın "tarihçilik"in altın çağı olduğunu ortaya koyar. Bu asrın en önemli dört düşünce hareketi olan pozitivizm, milliyetçilik, evrimcilik ve Marksizm "tarihçi" karekter taşırlar.

Türk "tarihçiliği"

Türkiye'nin entelektüel dünyası on dokuzuncu asır Avrupası'ndaki temel düşünce akımlarının ürünüydü. Yukarıda zikredilen dört düşünce akımından ikisi olan milliyetçilik ve evrimcilik, sadece entelektüel dünyamızı değil, resmî ideolojimizi de derinden etkilemiş, pozitivizm ise daha sathî bir tesir icra etmişti. Erken Cumhuriyet dönemi tarih yazımı, dil, arkeoloji ve antropoloji çalışmaları ve müzeciliği ise bize milliyetçilik-evrimcilik karması bir "tarihçi" yaklaşımı, pek de bilincine varmadan, armağan etmişlerdi.
Erken Cumhuriyet dönemi tarih yazımı, siyasî iradenin emriyle hazırlanan Türk Tarihinin Ana Hatları ile ortaya konulduğu gibi tarihi "evren"in oluşumu, evrim sonucunda homo sapiens'in ortaya çıkışı ve proto-Türklerin medeniyeti yaratmasından, "Mustafa Kemal'in bayrağı altında" İstiklâl Savaşı'nın verilmesi ve Cumhuriyet'in kurulmasına kadar bir evrimin gerçekleşmesi olarak inşa ediyordu.
Türk Tarih Tezi de bu tür bir "tarihçilik"e dayanıyordu. Türk antropologları Hitit kafatasları üzerine yaptıkları incelemelerle, arkeologları ve dilcileri "insanoğlunun konuştuğu ilk dil" olan Türkçenin geçirdiği evrimi ortaya koyarak, arkeologları dünya medeniyetlerinin Türkler tarafından kurulduğunu ispatlayarak, müzecileri bunları yan yana getirdikleri örneklerle somutlaştırarak fazlasıyla "tarihçi" bir ideoloji geliştiriyorlardı.
Erken Cumhuriyet ideolojisinin asır sonu dünyasının entelektüel ürünü olduğu göz önüne alındığında bu gelişme fazla da şaşırtıcı değildi. Bu eylemler "tarihçilik" amacıyla yapılmıyordu. Ancak bilimcilik, on dokuzuncu asır milliyetçiliği ile antropolojisinden etkilenen, Sosyal Darwinist vurguları kuvvetli bir ideoloji, farkında olmadan "tarihçiliği" içselleştiriyordu. Erken Cumhuriyet "tarihçiliğinin" temel dayanağı olan H. G. Wells'in de evrenin oluşumundan modern dünyanın şekillenmesine kadar tarihin izlediği yolu bilimci bir analizle ortaya koymakla kalmayıp "geleceğin dünyası"nın nasıl olacağını anlatması tesadüfî değildi.

"Tarihçilik" ve Tarihselleştirememe "
Tarihçilik"in resmî ideolojinin dayanaklarından birisi olmasının önemli neticelerinden birisi tarihten günümüzü anlama alanında yararlanma yerine, tarihin günümüzü ve geleceği belirlediğine duyulan inançtır. Bu nedenle bir yandan tarihin alabildiğine çarpıtılmasında sakınca görülmezken, öte yandan da ona büyük bir önem atfedilerek resmen üretilmesi gerekli bulunuyordu.
"Tarihçilik" bunun yanısıra geçmişi tarihselleştiremememizin de temel nedenlerinden birisidir. Çünkü bu yapılırsa günceli ve geleceği anlayabilmemizin de mümkün olmadığı düşünülmektedir. Toplumun azımsanmayacak bir kesiminin günümüzü kendi bağlamında değerlendirmeyerek ancak "1919 koşullarıyla karşılaştırarak" anlamlandırabilmesinin nedeni iliklere işlemiş "tarihçilik"tir.
Tekrar altını çizmemiz gerekirse bu tarih bilincine sahip olmak, tarihi anlamak arzusu ile karıştırılmamalıdır. "Tarihçi" zihniyet için önemli olan tarihin belirli kanunlar çerçevesinde günümüzü ve geleceğimizi belirlemesidir. Bu düşüncenin fazlasıyla etkili olduğu toplumumuzda tarih bilgisinin son derece sınırlı olmasına karşılık, tarihin günümüzü ve geleceğimizi belirlediğine duyulan inanç fazlasıyla kuvvetlidir.
Gelecekçilik, manifestosunu yazan Marinetti'nin "dünyayı temizleyeceğini" ileri sürdüğü Harb-i Umumî sonrasında düşünce ve sanat dünyasındaki önemini kaybetti. Dolayısıyla, Sarıyar Barajı'nda biriktirilen suyu Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ne yönlendirme, Millî Kütüphane'yi ateşe verme benzeri radikal fikirlerle ortaya çıkacak bir Türk gelecekçi hareketi mevcut değildir. Buna karşılık toplumumuzun entelektüel seviyesinin, on dokuzuncu asır mirâsı kuvvetli "tarihçilik"ten kurtulma yollarını tartışabilecek seviyede olduğu şüphesizdir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA