Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Ben miyim bilmem, ama gene de...

Geçenlerde Veyis Ateş'in TV Net'te yaptığı programa katılıp Cumhuriyet konusundaki görüşlerimi aktardım. Aradan bir süre geçtikten sonra bir akşam eve gelip, çok ender yaptığım bir şeyi yaptım, televizyonu açıp karşısına geçtim. Ateş, ayda bir gerçekleştirdiği programdaydı ve Kadir Mısıroğlu'yla konuşuyordu. Mısıroğlu, alamet-i farikası olduğu üzere konuyu dağıtarak, daldan dala konarak, heyecandan nefesi tıkanarak, hoş bir izlence sunuyor, anlattıkça anlatıyordu.
Neye cevap veriyordu anlayamadım ama dönüp dolaşıp cumhuriyete geldi.
Mısıroğlu bu konudaki programları izlediğini, Ateş'in programını izlediğini de söyledi. Bir 'profesör'den bahsetti. Onun konuyu sol nokta-i nazardan, zülfiyara dokunmadan, fincancı katırlarını ürkütmeden, demokrasi ve insan hakları yönünden anlattığını belirtti. Profesör, Mısıroğlu'na göre doğru şeyler söylüyordu ama bilgisi eksikti. Yalnızca Mustafa Kemal'in Nutuk'unu okumuş olarak konuşuyordu profesör. Oysa Cumhuriyet konusunda Karabekir'in yazdıkları da vardı. Hazret, epey bir şeyler okuyup, aktardıktan sonra, bu bilgi eksikliğinin bir profesöre yakışmayacağını söyledi ve hışım içinde ekledi: 'gelsin de benden öğrensin.' O profesör ben miyim bilmiyorum ama üstüme alındım. O zaman şunu söyleyeyim ki, bilgi kimdeyse ona gitmeyi fazilet sayarım, hele Mısıroğlu'na memnuniyetle giderim ama galiba Mısıroğlu'nun hıfzettiğini söylediği bilgi naçizane bendenizde de mevcut. Arz edeyim, mesele de öylelikle anlaşılsın.
Programda, Cumhuriyet düşüncesinin o tarihlerde sadece Mustafa Kemal'in zihninde olduğunu belirtmiştim. Bu bir. İkincisi, ben Cumhuriyetçiliğin o tarihlerde Bolşeviklikle bir tutulduğunu, korkulan, kaçınılan bir görüş olduğunu vurgulamıştım. Mısıroğlu kavramın sadece Mustafa Kemal'de mevcut olduğu görüşünü kabul ediyor, doğrudur diyor. Sonra da Karabekir'e müracaatla bunu yanlışlıyor. Karmaşık düşüncelerinin bu kadar çelişki barındırması doğaldır.
Mısıroğlu'nun bendenizin habersiz olduğunu söylediği şey de o, Karabekir'in düşünceleri.
Yok canım, o kadar da değil. Kendisindeki bir bilgiyi başkasının elinde hemen göremeyince bu celallenmeler bizim zihniyet dünyamızın tam bir 'çocukluk hastalığı'dır ve bütün çocukluk hastalıkları ucuz polemikçilikten kaynaklanır. Bu hiç sevmediğim şey Mısıroğlu için de geçerli. Şundan ki, Türk Siyasetinin Yapısal Analizi-2: 1920-1960 isimli kitabımın 16. ve 36. sayfalarında Mısıroğlu'nun ileri sürdüğü ve sadece kendisinin bildiğini iddia ettiği 'bilgi'ye değiniyorum.
Mesele şu: Meclis'te Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti bir gruba dönüştürülünce Erzurum MHC'sinden Hoca Raif Efendi buna itiraz eder. Mustafa Kemal'in 'saltanat şeklini Cumhuriyete kalb edeceğini (dönüştüreceğini) öne sürerek çekilir ve Muhafaza-i Mukaddesat Cemiyeti'ni kurar. Karabekir Doğu'dadır. O da aynı endişeyi Mustafa Kemal'e iletir. Kemal Paşa bunun üstüne uzun bir telgraf çekerek tedirginliğin yersiz olduğunu öne sürerek 'evrensel bir akım olan halkçılığın benimsenmesini' savunur ve 'Türkiye'nin başında Halife- i İslam olacak ve bir Hükümdar Sultan bulunacaktır' der.
Ben de kitabımda aynı konuyu ele almış, yukarıdaki alıntıları da yaptığım Prof.
Mete Tunçay'ın T.C.'de Tek-Parti Yönetimi'nin Kurulması (1923-1931) isimli kitabına ve daha başka şeylere de referans vererek irdelemiştim. Mısıroğlu'nun bilmiyor dediği durumun açıklaması bu. Ama öyle anlaşılıyor ki, Mısıroğlu benim kitabımdan habersiz. Olabilir; doğaldır. Hiç de önemli değildir, önemli olan Mısıroğlu'nun tam bu noktada yarattığı tenakuz. Ben diyorum ki,
Cumhuriyetçilik konusu Mustafa Kemal'de mevcuttu ve bu sadece cumhuriyet kavramını bilmekle sınırlı değildi. Bir pragmatik lider olarak onu da bir imkân olarak muhafaza ediyordu, eline fırsat geçerse kullanabilirdi. Diğer taraf ise bu düşünceye sıkı sıkıya kapalıydı. Ondan tam da bu nedenle, yeri, fırsatı gelirse Cumhuriyeti uygular diye korkuyorlardı.
Mesele nihayet Hilafet konusunda patladı. Diğer kişi ve gruplar bunu Paşa'nın 'tek adam' olmak isteyişine yordular. Arada İngilizlerin hareketleri de vardı. Mısıroğlu bu konuyu da sadece kendisinin bildiğini öne sürüyor. Yok öyle şey! Bunu da gene aynı kitapta ele almıştım.
Bunları ben doğru yaptım falan demek için yazmadım.
Manasız şeyler onlar. Asıl mesele metot. Şifahi bir kültürün içinden gelen bir toplum olarak tarihçiliği televizyon programlarına indirgedik. Okumuyor, yazmıyor, konuşuyoruz. Ha bir de biz bir şeyler bilince sanıyoruz ki, başkası onları bilmiyor. Ucuz ve basit tarafından suçlamalar, tek kitap, tek kaynak, tek düşünceyle 'gerçeği' kurma, kurtarma, gösterme çabaları. 'Doğru'nun sadece bizde olan bilgi kırıntısında saklı olduğuna inanma. Kısa yazı, sözlü anlatım sıkıntısı budur. Amatör tarihçiliğin sıkıntısı da budur. Oysa her bilgi, hele tarihselse, sadece eldeki malzemeyle sınırlıdır. Ben öyle söylüyorum ama bu da bir yorumdur neticede, yarın başka ve daha kuvvetli bir yorum, belge gelir, onu kabul ederiz.
Budur!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA