Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

CHP'nin 'içi' ve 'direniş'

Direnmek bir halk için elbette haktır ve direnmesini bilmeyen halklar zaten tarihten silinip gitmiştir ama bu direniş şimdi CHP'nin biçimlendirdiği şekil ve şartlarda mı olmalıdır?
Gazetelerde zaten belirtildi ama bir kere daha söylemekte sakınca yok: direnme hakkı kavramının bizdeki kökleri 1960 öncesine ve 1961 Anayasası'na uzanır. İnsan aradan çok zamanlar geçtikten sonra olayları yan yana koyduğunda daha iyi anlıyor. İnönü, ordu üstündeki büyük etkisi ve damadı, gazeteci Metin Toker'in açıkça yazdığı gibi 1960 darbesi öncesinde asker arasındaki kıpırdanmayı çok iyi biliyordu. Onu yönlendirmekte ve iktidarı bir askeri darbeyle alaşağı etmekte mahzur görmedi. Bunu doğrudan yapmadı ama "şartlar olgunlaşınca ihtilal bir haktır" diye gerçekten veciz bir cümleyi Meclis kürsüsünden söyleyerek onları harekete geçirdi, o zamanların tabiriyle "süngü başına" çağırdı.
1961 Anayasası da Başlangıç bölümüne Türk milletinin 27 Mayıs 1960 devrimini "direnme hakkını kullanarak" yaptığını yazdı. İki olgu birbirini tamamladı ve Türkiye 1960 darbesiyle birlikte, o çok özgürlükçü kabul edilen anayasayla birlikte, askeri bir hâkimiyetin (hiç vesayet değil, apaçık bir hâkimiyet ve tahakküm) altına girdi. Gerçi darbeden sonra gene İnönü, CHP'nin "ihtilalin ne içinde ne dışında" olduğunu söylüyordu. Bu başında olduğu partinin su götürmez bir biçimde darbenin yanında olduğunun İnönüce ikrarıydı.
Bugün de aynı senaryo ortadadır, aynı mizansen tekrarlanıyor.
Üstelik daha beteri var.
Türkiye, sanılanın tersine, 28 Şubat "süreci"nden hiç çıkmadı. Çünkü ordu 28 Şubat'la birlikte yepyeni bir müdahale yöntem ve imkânı buldu. Bu, halkın tepkisini sürekli olarak yönlendirmekti. Bir manada darbeyi halka yaptırmaktı. Cumhuriyet mitingleri aranan yöntemin en somut haliydi. Yüzbinlerce insan hiç de o saikle olmayarak sokaklara, meydanlara döküldü. Sistem, denetimini başka yöntemlerle de sürdürdü. CHP, o dönemden başlayarak ordunun siyasetteki uzantısı olarak hareket etti.
Bu modelin/sistemin Kılıçdaroğlu harekâtıyla kırılmış olduğunu düşünmek büyük yanılgı olur.
Öyle anlaşılıyor ki, CHP, siyasete şu veya bu şekilde ama mutlaka müdahale etmek isteyen "odakların" hâlâ etkisi altındadır. Kılıçdaroğlu, belli bir kanadın istediği politikaların insanıdır. Süheyl Batum bir başka kanadın.
Çok muhtemeledir ki, Batum, Ergenekoncu kanatların ismi olarak CHP'ye "intikal" etti veya "ithal" edildi. Son "önerisi" (bence bu ifadeyle kabahatten daha büyük bir özür ortaya koydu) söylediklerimin açık kanıtı.
Onu Anayasa Komisyonu üyelerinin izlemesi bir tesadüf mü? Dünyada tesadüf diye bir şey yok. Tarhan Erdem'in yazdığı yazıda gayet berrak biçimde anlattığı "mizansen" veya "oyun planı" göz önünde bulundurulursa ortada hazırlanmış bir girişim var. Batum'un çıkışıyla komisyon üyelerinin girişimi birbirini besleyen, destekleyen hareketler. Belirli, başta değindiğim amaca hizmet ediyorlar. Bu çıkış "malum odakların" CHP içindeki gücünün bir göstergesi.
Öte yanda yer alan Kılıçdaroğlu ise bir orta yol bulmaya çalışıyor, farklı bir kesim ve politikanın "ismi" olarak. Ne var ki, art arda gelen hamleler, daha ılımlı bir çizgi izlemek isteyen Kılıçdaroğlu'nun elini daha da zayıflatmış görünüyor. Aynı zamanda onun parti içindeki yalnızlığının bir göstergesi. Bütün bunlarla, Kılıçdaroğlu ne yapacağını epeyce şaşırmış bir durumda. Git gide sertleşen bir üslup kullanması aynı nedenden. Strateji oluşturamadığı için sert üslubu son çaresi.
CHP burada olmamalı. CHP, yenileşme sürecinde "devletçi-militarist" çizgiyi aşmalı. İçini karıştıran ellerden uzaklaşmalı.
Emin olsunlar ki, bundan en fazla CHP kazançlı çıkacaktır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA