Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Çağdaş sanatın uçan halısı

Geçen hafta sonu Brüksel Sanat Fuarı'nı gezme olanağını buldum. Daha önce Paris sanat fuarındaydım. Yakında Viyana ve Basel var. Brüksel Avrupa'nın eski fuarlarından birisi. Eski derken, tarihi yüzlerce yıl geriye giden Avrupa sanatı içinde çağdaş sanatın göreli kısa geçmişini yansıtacak şekilde 29 yıllık bir organizasyon. Klasiğin karşısında modernin 100 yılı biraz aşan bir tarihi var. Çağdaş sanat da, kim ne derse desin, 1980 sonrasının işi.
Fuarı gezerken ve büyük bir bölümü de sıradan olan yapıtlara bakarken (bu, çok etkileyici yapıtların olmadığı anlamına gelmiyor) iki şeyi yeniden düşünüyor insan. Öncelikle Avrupa ve sanat ilişkisi.
Dünyanın her yerinde, dünyanın her döneminde sanat üretildi. Bunların bazıları gündelik nesnelerdi. Bir bölümüne "modern" yani bilimsel düşünen, kategorize eden, tanımlayan insan sanat değeri, anlamı atfetti. Mısır "sanatı" bu söylediğime tam bir örnektir. Sanat dediğimiz nesneler ve ifadeler bütününün önemli bir bölümü dinsellik adına yaratılmıştı. Ama insanın hâlâ yeterince çözümlenip anlaşılmamış olan "estetik" gereksinimlerini de karşılıyordu. Estetik, son kertede, "gereksiz" ama insana farklı bir yücelme duygusu veren bir soyutlamadır, bir biçim oluşturma etkinliğidir. Yunan sanatı, Ortaçağ sanatı ve Rönesans da (bizde ne kadar yanlış bilinirse bilinsin) budur: sanat- din ilişkisi. Sadece 20. yüzyıldır bu ilişkiyi kökünden koparan. Sanat artık salt estetik duygunun bir türevi, bir işlevi olarak biçimlendi geçen yüzyılda. Son 30 yılda üretilen sanat bu anlayışın bir uzantısı olduğundan, yapılan işler, şimdi, yeryüzünde düşünülebilecek her türden sorunu kapsıyor.
İkinci ilginç nokta bu aşamada çıkıyor ortaya. Sanat dinsellikle iç içeyken kendisine hami bulmakta zorlanmıyordu. Kilise ve aristokrasi sanatın en önemli destekçileriydi. Sonra burjuvazi aldı onun yerini. Çok daha kısıtlı bir ölçekte bu anlaşılabilir bir şeydi. Ama bugün devam eden, dünyanın her yerinde açılan, mevcudiyeti veya eksikliği büyük bir prestij meselesi haline dönüşen çağdaş sanat fuarlarına, onu da besleyen sanat piyasasına ne demeli?
Bu başlı başına bir sorun. Bugün dünyanın büyük ekonomilerinden birisi sanat piyasası. En büyük çağdaş sanat koleksiyonerlerinden birisi olan Deutsche Bank'ın koleksiyonu piyasa değeri üstünden bakınca milyarlarca dolara erişiyor. Çünkü sanat bugün yeni bir kavram üretmiş durumda: entelektüel sermaye. Koleksiyonu olmayan, sanatı desteklemeyen, ona şöyle veya böyle yatırım yapmayan bir büyük finans kuruluşu veya çokuluslu şirket "sorunlu" kabul ediliyor. Müzeler, sanat galerileri, sanat etkinlikleri, fuarlar, bienaller finans kapitalin gücünden medet umuyor.
Batı'nın farkını burada aramak gerek. Para, sanatı, bu uzun çağlar içinde satın aldı ama onu sahiplenip, kontrolü altında tutamadı. Tersine piyasa denilen bu güç rejimlerin sanatı esir etmek istediği dönemlerde ona büyük olanaklar tanıdı. Sermaye, müzayedeler ve diğer etkinlikler aracılığıyla sanat dünyasını hiç mi tayin etmedi derseniz, cevabım elbette olumsuzdur. Andığım fuarları gezdiğinizde, 100 bin euronun altındaki sanatçıların ciddiye alınmadığını size söyleyeceklerdir. Galeriler "tuttukları" ve sergiledikleri sanatçıların "fiyatını" artırmak için olmadık oyunlar oynamaktadır. Bunların hepsi gerçektir. Fakat gene de Batı rasyonalitesi ve dünyanın en "hassas", en "tedirgin' unsuru olan sermaye, yani para, bir yere gitmeden önce kendisini güvence altına alabileceği her türlü imkânı sonuna kadar zorlamaktadır. Eleştirmenler, sanat tarihçileri, kültür dünyası bu alandaki tek dayanaktır. Weber haklı. Batı'nın özelliği icatlarında değil sistem kurma gücünde.
Bizde ise piyasa henüz oluşuyor. Türk sanatçılarının yapıtları, henüz sadece Türkler tarafından alınıp satılsa da uluslararası piyasada ve mekanizma içinde kendisine yeni yeni yer buluyor. Her şeye rağmen hızla yükseliyor. Çağlarca unutulduktan sonra bu çok önemli bir gelişme.
Bu fuarları gezdikçe ve her gün daha fazla insanla temas ettikçe şu eksiği de daha fazla görüyorum. Bizim sanatımızın "meşruiyet" problemi var. Çünkü bizim sanatımızı temellendirecek yazı, kitap, yayın eksiği içindeyiz. Eleştirmen hâlâ adı olmayan, hatta kendisi olmayan insan şeklinde sürdürüyor veya sürdüremiyor varlığını. Bu darboğazı aştığında Türk sanatı dünyanın önünde uçan bir halı gibi açıldığını görecektir ve Batı rasyonalitesinin dünyasında oyun oynamanın şartının o kurallara uymaktan geçtiğini anlayacaktır.
İnanın...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA