Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Demokrasisiz modernleşmenin kurbanı ve katili

Eski rejimler ve dönüşüm-2

Bütün eksiklerine rağmen eğer Amerikan türü bir demokrasiyle içli dışlı değilse hiçbir sistem kendini dönüştürmeye eğilimli de değildir.
Her sistem kendini muhafazaya dönüktür veya yatkındır. Sistemi ancak onun muhalifleri, bünyede yer alan ama ondan hoşnut olmayanlar dönüştürür. Demokrasinin önemi buradadır. Demokrasi, merkezde yani iktidarda olmayanların da muktedirler kadar söz hakkına sahip olduğu ve sisteme müdahale imkânı bulduğu rejimdir. Hiç değilse teorik olarak!
Ortadoğu rejimleri böyle bir model etrafında biçimlenmedi. Modernleşmeyi benimseyen rejimler kendilerini iktidardakilerin diktatoryal tutumlarıyla bütünleştirdi. Erken 20. yüzyılda biçimlenmiş modernleşme anlayışları etrafında bu sistemler bazı dönüşümler sağladıysa da demokratikleştirmede alabildiğine kıskançtılar. Doğal; iktidar küçük bir grubun etrafında düğümleniyordu. O grup büyük çıkarlarını paylaşmaktan kaçınıyordu. Onlara çeki düzen verecek bir odak da söz konusu değildi.
Ama ikinci bir gerçek var. Her sistem karşıtını üretir. Zaman alsa da bu gerçek değişmez. Osmanlı ilk kitabı 1729'da bastı. 1789'da Fransız İhtilali-i Kebir'inden etkilendi. Önce toplumsal olmayan bir talep etrafında bürokratik bir modernleşme süreci başlattı. Bu, katı bir ideolojik talebe dayanmayan, sadece imparatorluğu kurtarmak için bir adımdı. III. Selim, II. Mahmud, Abdülmecid sadece bu yönde bir değişimi sürdürdü. Ama Abdülaziz dönemine gelindiğinde, 1865'te artık genç bir nesil ortaya çıkmış ve Genç Osmanlılar adıyla muhalif bir teşkilat olarak örgütlenmişti. İdeolojik taleplerde bulunuyor, meşrutiyet (anayasa/llık) ve parlamento talep ediyorlardı. 1876'da sağlandı. Macera 1878'den sonra bu defa Genç Türkler ile devam etti. Sonrası da ayrı bir tarihtir ve tüm önemine rağmen yeterliliği tartışma götürür bir olgudur. 1950 bir milat olsa da 1960'a, 71'e, 80'e, 97'ye, 2007'ye ne diyeceğiz? Ortada çok zor bir denklem var.

***

Esad rejimi demokratik dönüşümü gerçekleştirebilir miydi? Kuramsal olarak evet. Niçin yapamadığı önemli sorudur ama cevabı açıktır. Esad, ansızın patlayan Arap Baharı'ndan ürktü. Çekingenliğinin bir nedeni Mübarek ve Kaddafi'nin başına gelenlerse diğer nedeni değişikliklerle birlikte volkan gibi patlayacak muhalefetin her şeye rağmen kendisini ortadan kaldıracağına dönük düşüncesiydi.
Doğruydu. Artık hiçbir kuvvet Esad'ı yerinde tutamazdı. Onun yerine Esad dünya dengelerini kullanarak devam etme tercihinde bulundu. Niyetinin ne olduğu besbelli. Bu durumu aşarsa şimdi konumunu pekiştirmek için kullandığı imkânları "ılımlı" bazı demokratik adımlar için kullanacak. Yani, kendisine zarar vermeyecek ölçüde bir demokratikleşme sağlayacak. Yanlış denklem ve kişisel ikbal hırsı onu halkının eli kanlı katili yaptı.
Bu kadarı yetecek mi? Hayır! Mümkün değil. Bugünkü demokratikleşme talepleri Genç Osmanlılarınki ölçüsünde ılımlı değil. Tanzimat kuşağı padişaha bağlıydı. En fazlasından anayasal bir mutlakıyet (monarşi) istiyordu. Mustafa Kemal'e kadar bu Genç Türklerin de talebi oldu. Bugün dünya siyasetiyse, hele OD'de, kimlik temelinde yeni taleplerde bulunmakta, yeni siyasal coğrafyalar ve yönetimler oluşturmayı istemekte. Hiçbir OD devleti ve yönetimi bunu temin edecek bir yapıda değil.
Diyelim ki kısmen sağlandı bu imkân. Her şey yerli yerine o koşulda da oturmaz. Çünkü bir de eski rejimin yeni rejim içinde devamlılığı ilkesi var. Türkiye modernleşmesinin de belkemiğini meydana getiren bu olguyu cuma günü ele alayım.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA