Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Paris mi İstanbul mu?

Geçen hafta New York Times'da çok ilginç bir yazı yayınlandı (12 Şubat 2015). Charlie Hebdo olayından sonra şapkalarını önlerine koyup düşünen Parisliler, bu işin böyle gitmeyeceğini, kentin varoşlarında, taşrasında yaşayanların daha fazla bu 'kopukluğa' dayanamayacağını nihayet görüp, anlayıp yeni bir kent planı üstünde çalışmaya başlamışlar.
Kent taşralarının merkezden kopukluğu orada yaşayan insanları birkaç düzeyde etkiliyor. Önce işsizlik ve ekonomik sorunları var. İkincisi, içine kapalı, kimseyle karışıp kaynaşmayan insanlar söz konusu.
Üçüncüsü, bu iki şart insanların kimliklerini biçimlendiriyor. Çoğu başka ülkelerden gelmiş, Müslüman olan insanlar bir öfke ve şiddet kültürü geliştiriyorlar. Anlaşma, uzlaşma olanaksızlaşıyor, çünkü kaynaşma yok.
Şimdi yeni planlamayla bu kesimlerin merkezle iç içe geçirilmesi, böylece işsizlikten başlayarak tüm sosyal alanlara yayılan yeni bir antlaşmanın doğmasına çalışılacak.
Bu nedenle, biraz daha araştırdım, projeler, bu konularda düşünce üreten her kesimden insanın yer aldığı büyük katılımlı toplantılarda biçimleniyor.
Böyledir. Büyük kentler büyük toplumsal olaylardan sonra değişir. 1848 Komünü'nden sonra da Paris, Baron Haussmann eliyle yeniden inşa edilmişti.
Ama bugünkü yaklaşımı ben önceki modelden epey farklı ve çağın gereklerini kavrayan bir değerlendirme içinde buluyorum. Belki kimliklerin özgünlüklerini yitirmesi bakımından söylenecek şeyler vardır ve elbette bu kadar geniş kapsamlı bir plan daha çok tartışılacaktır ama bu yaklaşım gene de mevcut halden çok daha insancıl görünüyor bana.
Bunları düşünürken hafta sonunu İstanbul konusunda yapılmış çok değerli bir çalışmayla geçirdim. Editörlüğünü Ayfer Bartu Candan ve Cenk Özbay'ın yaptığı Yeni İstanbul çalışmaları (Metis Yayınları, 2014) son derecede ciddi, önemli ve değerli bir çalışma. İstanbul denen bu dev projenin son dönemde ürettiği yeni dokuyla, maruz kaldığı yeni gerçeklerle ilgili neredeyse her konuyu dört bölümde ele almış.
Hemen belirteyim ki, kitap bir tür 'karşı- okuma', daha açık söyleyeyim bir muhalefet denemesi. Sol bir yaklaşım. Değeri, önemi ve işlevi de buradan kaynaklanıyor.
Yeni ve farklı şeyler söylemesinden. Zaten alt başlığı, Sınırlar, Mücadeleler, Açılımlar. Son, yirmi yılda, demeyi seviyorum ben, İstanbul'da meydana gelen muazzam değişikliği, ona muhatap olanlar açısından ele alıyor.
İstanbul'da Mekân ve Siyaset/ İstanbul'da Emek ve Ekonomi/ İstanbul'un Politik Ekolojisi/ İstanbul'da Beden ve Cinsellik' başlıkları altında toplanmış analizlerde ilgili konular hâkim ideoloji ve model dışı bir açıdan kenti 'görüyor.'

***

Bu makaleleri okuyunca nasıl olur da bunca birikim, böylesine farklı yaklaşımlar söz konusuyken kent yönetimleri bunlara kulak vermez, bunları kapsamaz diyor. Bu kapalılığın bir ideolojik tercih, hatta ön tercih olduğunu bilmemek mümkün değil. Ama hem bilimselliğin getirdiği bir zorunluluk bu duyarlılığın gösterilmesi, yönetim açısından, hem de İstanbul'un devasa boyutları artık böylesi bir yaklaşımı ertelenemez bir zaruret haline getiriyor. Nitekim, bu işlerle uğraşırken, daha önce hiç bilmediğim bir kuruluşun, Embarq:
Sürdürülebilir Ulaşım Derneği
'nin yayınladığı İstanbul: Herkes İçin Erişilebilir Bir Kent isimli raporu da elime geçti. Çok ciddi ve önemli bir çalışma. Belli ki, birçok kişi, çevre harıl harıl İstanbul'la ilgili ciddi düşünceler üretiyor. İş onları içerebilmekte.
Paris değerli de İstanbul değil mi?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA