Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Ecevit kendi mirasının inkarcısı

Gaziosmanpaşa Üniversitesi'nden Prof. Mustafa Çolak, son dönemin tayin edici isimlerinden Bülent Ecevit hakkında bir kitap yayınladı: Bülent Ecevit: Karaoğlan. Çolak'ın kitabı bir biyografi. Elbette analitik bir çalışma. Örneğin ve çok doğal bir biçimde, uzun zamandır hep üstünde durduğum bir hususu yerine getiriyor ve Ecevit'in bizzat 1950 sonrası yazdığı yazıları doğrudan kullanıyor, her ne kadar sınırlı bir yaklaşımla olsa da. Ecevit 'olgusu'na da daha geniş, politojik bir açıdan bakıyor

30 yıldır Amerika'ya gidip gelirim.
Bu yolculuklarımın çesitli nedenleri vardır. Farklı maksatlarla oldugu için bu yolculuklar, her defasında yolculugumu hazırlayan alana ait Türkiye hayalleri kurarım.
Bu tahayyüllerimin bazıları gerçeklesti.
Mesela görsel sanatlar alanında aklıma gelmeyen, muhayyileme sıgmayan hususları simdi Türkiye'de yasıyorum.
Amerika'ya her gittigimde gezdigim kitapçılarda iki konu beni hâlâ sasırtıyor.
Ama bir alandaki eksigimizi gideremedik. Amerika'ya her gittigimde gezdigim kitapçılarda iki konu beni hâlâ sasırtıyor.
Birincisi, Amerikan tarihine ait en olmayacak konuların bile kapsamlı kitaplar olarak irdelenmesi. Ikincisi, Amerikan siyasetini olusturan sahsiyetler hakkında yazılmıs biyografik kitaplar.
Bir siyaset bilimci olarak hâlâ geçmis siyasal yapının, onu meydana getiren sahsiyetlerin yeterince irdelendigini düsünmem.
Türk siyasal tarih ve yapısı hakkında son derecede degerli incelemeler yayımlamıs Prof. Feroz Ahmad, Prof. Yılmaz Esmer'in editörlügünü yaptıgı bir söylesiler kitabında bir ögrencisine Maresal Fevzi Çakmak'ın analitik biyografisini yazmasını önerdigini ama reddedildigini belirtiyor.
Bu analitik biyografi yazma sorunu sadece bu alanda degil tüm alanlarda çok hakim bir sorundur ama siyasal alanı digerlerinin önüne koyarım.
Şimdi Gaziosmanpasa Üniversitesi'nden Prof. Mustafa Çolak, son dönemin tayin edici isimlerinden Bülent Ecevit hakkında bir kitap yayınladı: Karaoglan.
Çolak'ın kitabı bir biyografi. Elbette analitik bir çalışma. Örnegin ve çok dogal bir biçimde, uzun zamandır hep üstünde durdugum bir hususu yerine getiriyor ve Ecevit'in bizzat 1950 sonrası yazdıgı yazıları dogrudan kullanıyor, her ne kadar sınırlı bir yaklasımla olsa da. Ecevit 'olgusu'na daha genis, politolojik bir açıdan bakıyor.
Cumhuriyet dönemindeki siyasal liderlik, 'kurucu babalar' dısında bugün de Demirel, Ecevit, Erbakan tarafından sekillendirildi.
Bu isimler arasında özellikle ilginç iki isim Demirel ve Ecevit'tir. Demirel, çobanlık da yapmıs bir köy çocugunun Türkiye'de yasayabilecegi neredeyse 'ürkütücü' denecek büyük serüvenini simgeler.
Diger isim Ecevit ise daha sır dolu bir isimdir. Demirel'in açık siyasetine ve kisiligine karsın Ecevit, içinden geldigi seçkinci çevrenin ve kurucu ideolojinin tesiri altında daima kendisini saklamıs, gizlemis birisiydi. Insanlardan kaçıp saklanan ama kitlelerle esi görülmedik karizmatik bir iliski kuran bu siyasetçinin bizatihi siyasal serüveni de sasırtıcıdır.
Her seyden önce hazırlanıs döneminde 'basarısız' bir profil çizer. Dönemin en yüksek kolejinde okuduktan sonra, ressam bir anne ile doktor/akademisyen/siyasetçi bir babanın oglu olarak (sonradan da Osmanlı hanedan kökenlerini ögrendik) örnegin üniversite egitimi görmemesi, bu maksatla adeta 'hayali' veya 'fantezi' sayılacak yönlere gitmesi (Sanskritçe ögrenmek istemesi gibi), siire baslayıp sonuna kadar sürdürmesine ragmen eksik, yetersiz ve kötü bir sair olması (tek basarısı çevirileridir, onlar olaganüstüdür), hayata basit sanat elestirileri yazarak baslaması fakat sonunda CHP'de Inönü'yü devirerek parti içi iktidarı ele geçirmesi, öncesinde ortanın solu fikriyatını benimseyip kitlesellestirmesi ardından popülist ve eklektik bir demokratik sol ideolojiyle bir kere daha basbakanlıga yükselmesi siyaset biliminin cevap bulacagı meselelerin çok ötesinde bazı ilginç noktalara dayanır.
1970'leri görülmedik bir siyaset yönetim basarısızlıgıyla kapatan Ecevit'in ideoloji degistirerek 1990'larda ve 2000'lerde yeniden aynı makama gelmesi ise nedenleri sadece siyaset biliminin derinlemesine çalısmalarıyla açıklanacak bir durumdur. Ecevit'in bu iki tarih, iki kutup, hatta iki kisilik arasındaki salınısı Çolak'ın kitabında kısmen cevaplandırılıyor.
Çolak'ın Ecevit olgusunu iyi düsündügü belli. Kitap aslında adı konmamıs bir sekilde iki bölümden olusuyor.
Birinci bölümde Ecevit'in yasamı akıyor. Aile kökeninden baslayarak kim oldugunu, neler yaptıgını çok kaba ve kalın çizgilerle veriyor.
Örnegin gazeteciligi hiç ele alınmıyor. Burada gerçekten belli bir inceltme yok.
Dolayısıyla, yer yer bazı denemeler olsa da, Ecevit'in kendisine ve mitolojisine ait ayrıntılar pek öne çıkmıyor.
Örnegin siyaset öncesi yapısını olusturan faktörler sıralanıyor. Bunlar, Inönü, babası ve Amerika-Ingiltere deneyimleri.
Baba faktörünü Çolak haddinden fazla dile getiriyor.
Belli ki, baba-ogul arasındaki mektuplasmalar onu etkilemis (s. 82). Ikincisi, Amerika ve Ingiltere kısımları daha farklı irdelenebilirdi. Hatta bu bir zarurettir. Fakat onlar geçistirilmese de, hızla geçilmis.
Ingiltere biraz daha ayrıntılı. Oysa Amerika deneyimi sonuna kadar, özellikle de Kıbrıs çıkarması sırasında, bilhassa Henry Kissinger'dan ders alması hayli speküle edilmis bir konudur.
Oysa Ecevit'in mahcup tabiatlı, silik ve basarısız bir kisilikten gelip ortanın solu hareketinin tarihi lideri olusu baslı basına bir çözümlemeyi gereksiniyor. Bu 'basarısızlık' konusu Ecevit'in çok vurgulanan gazeteciligi bakımından da geçerlidir.
Bu meyanda iki sey söylenebilir. Birincisi, Ecevit esasen aktif, eylemli siyasette açılmıs, kendini bulmus bir kisidir ve iste bu bir gizdir. Bu kisilikte bir insan, her ne kadar partinin gazetesi Ulus'ta köse yazarı olsa da, Amerika'dayken, neden, nasıl siyasete karar verdi, bu konu kitapta hiç ele alınmıyor.
Ikincisi, Ecevit'e siyaset kapısını açan en önemli unsur Inönü'dür. Besbelli ki, kitapta deginildigi gibi (s. 79-80) damadı Metin Toker'le yakınlıgı üstünden Ecevit, siyasete atıldıgı ilk dönemde Inönü ile (bu husus kitapta berrak bir sekilde vurgulanıyor) kurdugu iliski neticesinde yükselmistir.
Ecevit'in hayatında ikinci dönem bundan sonra baslar. 1961 Türk siyaseti açısından önemli bir tarihtir. Esasen önemli dönüsüm elbette 1960'taki askeri darbedir.
Türkiye o tarihten baslayarak her açıdan farklı bir kulvara girecektir. Fakat 1960 darbesini bir 'devrim' diye sunan olguların kaynagı 1959 yılında CHP tarafından yayımlanan ve gene CHP Planlama Bürosu'nda hazırlanan Ilk Hedefler Beyannamesi'dir.
Bu beyanname aslında Batı'daki liberal demokratik sistemin temellendirilmesi girisimidir. Ecevit, Planlama Bürosu'nun üyesidir. (Fakat hayatının hiçbir döneminde Ilk Hedefler Beyannamesi'nin yazımına katıldıgı vb sekilde bir iddiada bulunmamıstır.) Darbe, hazırlanması baslı basına bir 'olay' olan yeni anayasa ile bu ilkelerin önemli bölümünü siyasal ilkeye dönüstürür. Ecevit'in siyasal kariyerinin kökenini bu kaynaklarda aramak gerekir ki, Çolak'ın kitabı bu olusumu çok hızlı geçiyor.
Ikincisi, CHP Planlama Bürosu üyesi Dogan Avcıoglu, 1961'de büyük bir aydın hareketi olarak Yön dergisini yayımlar.
Yön, baslı basına bir olgudur. Ortaya attıgı görüsler ve meydana getirdigi sarsıntı çok etkili olacak ve yıllarca devam edecektir.
Ecevit, sonradan "Fazla devletçi buldum" diyerek meshur Yön Bildirgesi'ni imzalayanlar arasında yer almaz. Ama bu Yön'ün etkisini azaltmadıgı gibi, Ecevit'in o tarihlerde Yön'e bu bakımdan getirdigi bir elestiri de yoktur. Fakat imzalamaması kendi siyasal düsüncesi ve kariyeri bakımından önemlidir.
1961 ve sonrasında Ecevit, bakan olarak isçi hareketinin demokratiklesmesi ve liberallesmesi için çalısır. Bakanlıgı döneminde önemli adımlar atar. Fakat hâlâ kariyeri bakımından fazla etkili, tanınan biri degildir. Buna mukabil, adı belirsiz bir egilim içindedir. Gene hayatının bu bölümleri de kitapta ele alınmakta ana hatlar yerli yerine oturtulmakta ama ayrıntıya girilmemektedir.
1965 dönüm yılıdır. O yıl Inönü 'ortanın solu' kavramını açıklamıs fakat ondan önemlisi TIP yapılan seçimlerde meclise girmistir. O tarihe kadar da TIP, Türkiye'deki sosyalist olmayan solu siddetle elestirmektedir. CHP, ortanın solu kavramını bu yaklasıma karsı hazırlar. Buna karsılık TIP de ortanın solunu 'zadeganlar' diyerek yerden yere çalacaktır.
Bu olusum Ecevit için bir 'aydınlanma' anıdır. Ortanın solu kavramıyla birlikte aradıgını bulur ve hızla hareketi üstlenir.
Ecevit, kavramın kendisinden ziyade Inönü'yü savunmaktadır. Fakat hem belli bir açık veya gizli hazırlıgı vardır hem de savunarak ortanın soluyla özdeslesir. Çolak'ın kitabında en ayrıntılı islenen bölüm budur.
Öncelikle TIP'in getirdigi reel sosyalist açılımı baltalar ve böler. Ikincisi, Yön'le hem özdeslesir hem de ondan büsbütün kopar. Üç, ortanın solu konvansiyonel CHP ideolojisinin her seye ragmen devletçilik üstünden revizyonu girisimidir. Bu revizyon gene CHP Altı Ok'undan biri olan halkçılık baglamında saglanır. CHP esas itibariyle konvansiyonel müesses tutumunu korumakla birlikte bir ölçüde duygusal bir ölçüde rasyonel olarak halka yönelir.
Ana maksat 1950 DP hareketini CHP'de gerçeklestirmektir. Bu maksada ulasılır.
Bunu saglayan bir tek faktör vardır: Ecevit'in gizemli bir bekleyis sonrasında 12 Mart muhtırasına direnmesi.
Bu direnme, Türk Siyasetinin Yapısal Analizi isimli kitabımın Kavramlar, Kuramlar, Kurumlar altbaslıklı 1. cildinde ele aldıgım üzere merkez-çevre çatısmasının genel ilkelerine baglı sonuçlar dogurur.
1960 darbesi ve 1965, hatta 1961 seçim sonuçları iki sonuç ortaya koymustur.
Önce, darbe ordu-bürokrasi-aydınlardan olusan merkezin ('tarihsel blok' diyorum buna) 1950'de yitirdigi iktidarı geri alma girisimidir. 1961'de çevre yani halk buna direnir. Ama asıl direnç 1965'te AP'nin tek basına ve büyük bir oyla iktidara getirilmesindedir.
1971 darbe sonrasında da direnen kesimin ilk seçimi kazanacagı bellidir.
Söz konusu karsı çıkısı Ecevit ve ortanın solu gösterip, Demirel ve AP darbeyi destekler bir tutum içine girince tarihi 'kayma' gerçeklesir. AP tabanında ve daima askeri yönetimlere karsı çıkmıs kitle CHP'ye geçer. Bu ortanın soluna iktidar kapısını açan gelismedir.
Çolak'ın kitabı bu konuları ele alıyor.
Ne var ki, bu sorunsalı bir biyografik yapıtla analitik bir politoloji kitabı arasındaki iç dengeyi yeterli bir güçle saglayamadıgı için lineer bir sekilde islemez.
Oysa burada daha cesur davranıp konuyu derinlestirmesi beklenirdi. Böyle bir olgunun 'biyografik' boyutunun olamayacagı açıktır. Çolak bu gerçegin bilincindedir ama meseleyi kurgulayısı ve kusatısı beklendigi ölçüde güçlü degildir. Kaldı ki, bu konu epey ele alınmıstır. Siyasal ve tayin edici bir faktör olarak derinlestirilebilirdi.
Ecevit'in hayatındaki bir baska çarpıcı dönemeç 1980 askeri darbesidir.
Ecevit, darbeyi beklememistir.
Darbeden rahatsızdır, CHP'den rahatsızdır. CHP'deki sol hareket Ecevit'in beklentisini ve sınırlarını asmıstır. Bir diger faktör 1977-1979 sonu arasındaki iktidarın CHP'ye ve Ecevit'e getirdigi büyük yıkımdır.
Iktidar olan fakat iktidar döneminde akıl almaz ve örnegi görülmemis bir ekonomik ve sosyal çöküntü yasayan Ecevit, o sartlarda, darbe gerçeklesmeseydi büyük bir ihtimalle CHP'de büyük bir tasfiyeye gidecek veya partiden ayrılacaktı.
Çolak bu kısmı hemen hemen hiç irdelemiyor, oysa haddinden fazla önemlidir. Darbe Ecevit'e bekledigi fırsatı verir. Partiyle de kadrolarıyla da irtibat kurmayı reddeder.
DSP dönemi Ecevit'in, Çolak'ın kitabında, öznesini islerken en çok vurgu yaptıgı parametre olan dinle ve laiklikle farklı bir iliski kurdugu dönemdir. Çolak'ın belirttigi gibi, Ecevit, CHP döneminde de bu iki olguyla sürekli olarak kendisini irtibatlandırmıstır. Ne var ki, yeni dönemde 'halkçılıgı' geleneksel degerler ve din üstünden okumak ve temellendirmek ihtiyacı içindedir (s. 237-240). Kitabın bu degerlendirmesini en önemli yaklasımı olarak kaydetmek gerekir.
Yeni bir anlayıstır bu. Söz konusu egilimiyle Ecevit ödün vermez bir laik olarak sivrilirken bir yandan da Cumhuriyet'in ilk dönemlerinde kapatılan tarikatların yeniden açılmasını önerecek derecede ileri gider (s. 240).
Ne var ki, aynı Ecevit, 28 Subat döneminde yeni bir viraj alacak, bu defa Merve Kavakçı olayında bambaska ve bir kere daha son derecede sert, sivri bir yaklasım içine girecektir (s. 274-283).
Burada bir noktaya deginelim.
Çolak, bu baglamdaki çözümlemelerini yaparken iki temel olguya yaslanıyor. Birincisi, anlasılan son dönemde gelisen literatür ve jargonun etkisi altında, Ecevit'in gelistirdigi 'inançlara saygılı laiklik' kavramını 'sol ilahiyat' diye belirliyor.
Bu, bence fazla ileri giden bir kavram. Elbette teolojik bir çerçeve solun bünyesinde mevcuttur. Ama bu evvela ideolojik platformun belirlenmesini daha sonra onun bir altbaslıgı olarak sol ilahiyatın önerilmesini gerektirir. Oysa Çolak, bu kavramı hemen benimseyerek DSP-Ecevit çerçevesi bakımından kullanıyor. Bence bu tür kavramların kullanılması konuyu açmaz, tersine tıkar. Çolak'ın degerlendirmesi özünde dogru ama böyle bir sakınca da söz konusu.
Ikincisi, gene Çolak çok heyecanlanarak "Demokratik Sol kültürün genel çerçevesi Kemal Tahir'in Osmanlı-Türk toplumuna dair gelistirdigi tezlere dayanıyordu" (s. 195) hayli iddialı bir cümle kuruyor. Elbette görüsünü savunuyor.
Bunu Kemal Tahir-Ismail Cem çizgisinde gelistiriyor. Dogrudur, 'Tahiriler' denen bir kesimin varlıgı Türk düsüncesinde 1960 ve 70'lerde görülmüstür. Hatta, Çolak'ın yapıtında hiç anmadıgı ve deginmedigi sekilde, Ecevit de Tahir'in Devlet Ana romanı üstüne bir yazı kaleme almıstır. Ama demokratik sol gibi bir kavramın Ecevit ve Türkiye çerçevesinde olsa dahi Kemal Tahir'e bu derecede iddialı bir sekilde baglanması hayli sorunludur.
2001-2002 kriziyle birlikte Ecevit bir kere daha büyük bir ekonomik yıkımın müsebbibi olacak, yasının getirdigi dogal tükenisle saglık sorunları çekecek, onları basında bulundugu hükümete yüklemekten kaçınmayacak ve DSP ile birlikte siyaset sahnesinden kaybolacaktır.
Çolak'ın kitabı bu bölümü çok kısa geçer. Bu çöküs sadece bir bunalım mıdır yoksa farklı köklere sahip midir sorusunu sormaz.
Çolak'ın kitabı zor bir konuyu ele alıyor. Bu dogrultudaki bir ilk çalısma olarak önemlidir de. Ama mutlaka gelistirilmeyi gereksiniyor.
Kitabı okuyarak kisi/lik hakkında da olaylar hakkında da belli bir bilgi edinilecektir. Ama daha ileri çalısmalara da zemin hazırlayacak bir noktaya getirilmesi zorunludur.
Son olarak da üslupla ilgili bir noktaya degineyim. Çolak, içinde bu satırların yazarının da bulundugu birçok kisiden alıntı yapıyor.
Kendi payıma elbette mütesekkirim.
Ne var ki, bu alıntılar bana göre metodolojik olarak sorunlu.
Alıntının tırnak isareti dısında kalan bölümleri kaynak metne mi aittir yoksa atfedilen metne mi, bu soru hemen her yerde çok ciddi bir sorun meydana getiriyor. Çünkü çogu yerde atıf metnin kavramları, lafzı aynen aktarılıyor ama bir alıntı olarak degil, Çolak'ın yazımı olarak.
Ecevit ve etrafındaki konular çok daha fazla tartısılmalı. Bu kitap o ihtiyacı ortaya koyuyor. Ama en önemlisi, sonunda Çolak, Ecevit'in mirasından bahsediyor. Elbette o derecede etkili olmus bir siyasi sahsiyetin popüler siyaset bilincinde bir izi, kalıtı olacaktır. Ama izlenen, canlı ve yeniden üretilen bir siyasal miras degildir bu. Kaldı ki, Ecevit, kendi mirasını daha yasarken kendisi reddetmis bir politikacıdır.
Ecevit'i tarihsel bir sahsiyet olarak degerlendirmek daha dogrudur.

YAZARIN BUGÜNKÜ DİĞER YAZILARI
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA