Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ÖNERİ-YORUM ŞEREF OĞUZ

Sosyal atıklar!

Yaşlanan Avrupa, krizle gelen yavaşlamayla birlikte sosyal devlet kurumlarını yeniden tanımlıyor. Çin'in sadece yaşlılardan oluşan nüfusu; Avrupa'nın pek çok ülkesinden fazla.
Önce zenginleşip sonra yaşlanan gelişmiş ülkelerde dahi yaşlılara bakım sorunu devasa boyutlara ulaşırken, Çin gibi; henüz zenginleşmeden yaşlı nüfusu patlayan ülkelerde durum; nereye varır?
Mesela 2050'de Çin'de her 3 kişiden 1'i yaşlı olacak. Ancak fert başına milli gelir artışı, yaşlanma hızının gerisinde kalacak. Sorun da bu zaten. Demografi bize; eğer 60 yaş üzerindekiler nüfusun %10'unu aşıyorsa, "yaşlanan toplum" tanımını getiriyor.
Üretimden çıkmış bu kesimin, yaşlılığa bağlı hastalık ve bakım masrafları, yükselen hayat standartlarına paralel, katlanıyor. Özellikle uzun yaşama rekortmeni İskandinav ülkeleri, yaşlı vatandaşlarını; "göçmen kuşlar" gibi iklimin daha uygun olduğu güney ülkelerine gönderme projeleri geliştiriyor.
Tıpkı nükleer atıkların gömüleceği ülke arar gibi, krizin pençesinde yaşlılara yeterince kaynak bulunamadığından "sosyal atık" sayılabilecek yaşlı nüfusa, "ikinci bahar" toprakları arayışındalar.
Avrupa'daki temel sorun; nüfusun azalırken yaşlanması. Eğer bir ülkede ortalama hane büyüklüğü 2.1'in altına düşüyorsa, o ülkenin nüfusu azalıyor. Nitekim AB dahil pek çok ülke grubunda, giderek yaşlanan ve "yeterince üremeyen" nüfus problemi oluştu.
Cumhuriyetimizin ilk yıllarında bizde de aynı durum söz konusuydu. Çanakkale'de 200 bin, daha sonraki savaşlarda da onbinlerce insanını kaybeden Cumhuriyet, 10'uncu yılında "15 milyon genç" yaratmakla övünüyordu.
Nüfusu artırmak için çocuk sayısına göre vergi indirimi, daha az kesinti gibi yöntemler uyguladık. Daha sonra nüfus artış hızı kontrolden çıkınca bu defa nüfus kontrolüne yönelik faaliyetlere hız verdik.
Bu dönemde Çin, aşırı nüfusu kontrol altına almak için iki çocuktan fazlasına ceza uygulamalarını dahi denedi. Aynı Çin bugün, o dönem artışını zaptedemediği nüfusun yaşlılık haliyle yüzleşiyor.
Kendisi dışındaki ulusların aşırı çoğalmasına daima kuşkuyla bakan Batı, gelişmiş ekonominin doğal bir sonucu olarak artık ürememeye başlayınca, şimdi çareyi yeniden nüfus artışını özendirici uygulamalarda arıyor.
Başı belada bir diğer ulus, kadın başına 1.2 çocukla İtalya. 2050 yılı itibariyle dünya nüfusunun % 60'a yakın kesiminin hızla üreyen Asya'da, % 4.4'lük bir kesiminin de Kuzey Amerika'da yaşayacağı tahmin ediliyor.
10 yıl sonra dünya nüfusunun 9 milyara çıkacağı tahmini yapılırken bu telaş niye? Aslında sorun şu: İlave 2.5 milyar insanın kim olacağı...
Fakirler mi yoksa zengin ülkeler mi daha çok çoğalacak?
Türkiye, hâlâ nüfus artışı konusunda "baskı altında tutulan" ülkelerden biri. Ancak 20 yıl önce 2.1 olan oranın 1.3'lere gerilediği son 20 yıl zarfında, "bakabileceğin kadar çocuk sahibi ol" anlayışı yaygınlık kazandı. AB'nin Türkiye üyeliği konusundaki en büyük çekincelerinden biri olarak hâlâ nüfusun gösterilmesinin ardında ise yaşlanan, üremeyen Avrupa'nın "Genç Türk İstilası" kaygısı var. Başbakan'ın "3 çocuk yapın" çağrısını "hatalı" bulmaları (!) da bu yüzden...
Bana göre Türkiye, nüfus artışındaki aşırılığını törpülemiş ve şimdiki doğurganlık oranıyla dünya ortalamasını yakalamış bulunuyor.
Şimdi sorun şu: Ya Avrupa gibi yaşlanırken zenginleşen bir ulus olmak veya hızla yaşlanan ama hâlâ yeterince zenginleşemeyen ülke olmak.
Şayet tercihimiz "yaşlanırken zenginleşme" ise, kültürümüz, yaşlımızı "sosyal atık" haline getirmeyecek. Ancak başaramazsak, Çin gibi yaşlı ve az zengin kalmanın dev sosyal sıkıntılarıyla yüzleşeceğiz.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA