Türkiye'nin en iyi haber sitesi
SOLİ ÖZEL

Tercih

Önce İspanya'da yaşayan Müslümanlarca Madrid'de gerçekleştirilen terör eylemleri geldi. Ardından Hollanda'da film yönetmeni Theo Van Gogh sokak ortasında Fas kökenli bir Hollanda vatandaşı tarafından katledildi. Son olarak da Londra'da ard arda gelen terörist saldırıların değişik kökenlerden Müslümanlarca yapıldığı anlaşıldı. Küresel ölçekte açılmış bir savaşın Avrupa ülkelerinin sınırları içine, bu ülkelerde yaşayan Müslüman vatandaşlar tarafından taşınması bu toplulukların konumunu tüm çarpıcılığıyla gündeme getirdi.
Öncelikle Avrupa ülkelerinde İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yok edildiği sanılan ırkçı şeytanlar ortaya çıktı. Yabancı düşmanlığı, Müslümanlar'a yönelik korku, nefret, giderek şiddet Avrupa ülkelerinin liberal siyaset ve kültür anlayışlarını sınamaya başladı. Demokrasilerin çok zorlu bir sınavdan geçecekleri belli oldu.
Sosyolojik nedenleri üzerine çok şey yazılan ve söylenen dinci terörün ideolojik boyutu ayrıca tartışmaya açıldı. İslam'ın katı, derinliksiz ve çağa aykırı Vahabi yorumunun Suud devleti ve sermayesinin desteğiyle Müslümanlar'a yönelik bir kültürel emperyalizmle yaygınlaşması, nefret ideolojisinin yayılmasında rol oynadı. Pakistanlı Mevdudi ve daha önemlisi Mısırlı Seyyid Kutub'un çizgisinden giden ve ideolojiyi giderek daha katı, daha şiddet sevdalısı yapan şahsiyetlerle ideoloji bir küresel cihad çizgisine geldi.

İslam'a farklı yorumlar
Kendi ülkelerindeki baskıdan kaçarak Batılı ülkelere sığınan bazı İslamcılar, modernliğe düşman imamlar bir nefret mesajını bu ülkelere ve orada yaşayan Müslümanlar'a da taşıdı. Arap dünyasında sözü dinlenen din önderleri şiddeti destekleyen, Batı'ya yönelik teröre meşruiyet sağlayan beyanlarda bulundu. Bu tür bir İslam anlayışının yaygınlığı, Batılı ülkelerde yaşayan Müslümanlar açısından çok temel bir kimlik meselesini gündemin merkezine taşıdı. İslam dünyası dışındaki ülkelerde yaşayan ve vatandaş olanların sadakati ümmete mi, yoksa vatandaşı oldukları ülkelere mi aitti?...
Cihadcılar buna ümmet diye cevap veriyor. Ancak bu da diğer toplumlara yönelik bir savaş ilanı ile eş değer sayılıyor. Bu nedenle son olayların da ardından Müslüman toplulukların içinde farklı İslam yorumlarının gerekliliği, kozmopolit bir dünyaya uygun şekilde Müslümanca bir yaşamın nasıl sürdürülebileceği soruları sorulmaya başladı. Bu türden soruları ciddiyetle cevaplayanların önde gelenlerinden biri, Müslüman Kardeşler örgütünün kurucusu Hasan el Banna'nın torunu, felsefeci ve din alimi Tarık Ramadan (Ramazan).

Kültür
İngiliz, din İslam
Geçen hafta Londra'da yaptığı bir konuşmada Ramadan şu mesajları verdi: "Müslümanlar'ın bulundukları ülkelerin aktif vatandaşları olması bugün her zamankinden daha zorunludur. Müslümanlar bugün her zamankinden fazla özeleştiri yapmak zorunda... İfade özgürlüğüne ihtiyacımız var tabii ki ama bazı sınırlar olması gerekiyor. Öldürmenin ve kanunlara uymamanın İslam'a uygun olduğunu söyleyen ve nefret saçanlar bu sınırların dışındadır."
Ramadan, Müslümanlar'ın kendilerine yönelik dışlamaya yerel düzeyden başlayarak siyasete aktif şekilde katılıp karşı çıkmalarını savunuyor. Vatandaşlık hak ve sorumluluklarının benimsenmesini talep ediyor. "İslam'ın evrenselliği, yerel kültüre entegre olma yoluyla gösterilir... Derin bir inanca sahip olmalıyız ama aynı zamanda eleştirel bir kafa yapısına da. Kültür olarak İngiliz ve din olarak Müslüman olmanın çelişen hiçbir yanı yoktur".
Ramadan'ın siyasi angajman mesajının mı, Cihadcılar'ın şiddet mesajının mı benimseneceği küresel düzenin geleceğini belirleyecek en çarpıcı tercihlerden biridir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA