Türkiye'nin en iyi haber sitesi
AYŞE ÖZYILMAZEL

Kırın kapıları tahta çıkacağım

Engeller aşılmak, ego kaşınmak içindir.
Hepimiz padişahız, hepimiz kraliyet ailesi mensubu maşallah. Yeter ki bir tahtımız olsun, gerisi yalan olsun. Bazılarının hayat felsefesi bu yani.
Hak edilmişi, araklanmışı, zorla çıkılmışı, kanlısı, lekelisi, plastiği, altını fark etmez! İlle de bir koltuk, bir taht, bir rütbe edinilecek. O kadar! Olayımız budur!
Eskaza biri sorarsa ballandıra ballandıra marifetlerinden bahsedilecek. Karşıdakini ezmek suretiyle pas tutmuş yüreğe su serpilecek. Amacımız budur!
Alın işte duydunuz, okudunuz ve şoka girdiniz; Topkapı Sarayı Müze Müdürü Yusuf Benli tahtı için elini korkak alıştırmamış.
Yeteneksizsiniz Yusuf bakmış 3. Selim'in tahtı boynu bükük duruyor oralarda "Çabuk lojmanıma taşınaaa" emrini vermiş (bkz: kendini Sülüman zannetmek).
Taht kapıdan sığmayınca hızını alamamış; "Kapıyı kırın" buyurmuş. Tabii iç kapı tarihi eser olunca yıkılamamış. Vah vaah vah! Bence en büyük eser sizsiniz sultanım.
3. Selim'in tahtı direklerden (kapılardan-bacalardan) dönmüş yani.
Hadise kare kare fotoğraflarla basına yansıyınca da Sultan Yusuf kılıfını bulmuş; "Depo sıkışıktı, lojmanda da boş odalar olduğu için, oraya koyup sıkışıklığı ferahlatmak istedim".
Canım benim.
Aaa bakın aklıma ne geldi; bundan sonra müdürümüzün adı Sultan Ferah Yusuf olsun mu? Valla olsun. Ben böyle bir gönül ferahlığı görmedim çünkü. İnsanın gözü bu kadar da dönebiliyormuş demek ki.
Ne fantezi ama...
Evine koyacaksın 3. Selim'in tahtını, artık gerisi paşa gönlüne kalmış. İster harem yap, ister savaş çıkart... Padişahım çok yaşa be!
Dedim ya; bazılarının hayatı tahtları üzerine kurulmuş. Yeter ki gelene geçene yukardan bakacakları havalı bir yerleri olsun. İyi olsun, kötü olsun, alın teriyle olsun, zorla olsun ama yeter ki ego dağları püfür püfür essin.
Yusuf Benli bu konuda gelinen son nokta gibi duruyor ama üşenmeyip çevrenize bakarsanız kara bahtları ve çakma tahtlıları gözlemleyebilirsiniz.
Günümüz insanının hedefe ulaşabilmek için neleri nasıl yıkıp yakabildiğini, hiç gocunmadan vicdandan uzak çalımlarla oyunlar oynayabildiklerini, kendilerine dönüp bakmadan aynada günün hesabını sormadan "Bana hep bana, her şey bana, her şey benim" diyebildiklerini...
Mesela kiminin zengin kocasıdır tahtı, adamı sevmese bile tahtına kurulmak için basmalıdır nikâhı.
Kimi bankadaki parasıyla ölçer değerini, para kabardıkça yükselecektir rütbesi. Diyelim birileri için de taht reyting demektir. Yani günde çıkan haber sayısı kadar, televizyondaki reytingi kadar, bahsedildiği kadardır kendisi. O yüzden acımazsızca saldırır sağa sola kuduz köpekler gibi.
Ne acıklıdır, ne yorucudur, ne tatminsizliktir değil mi?
Çalıştığı şirkette koltuk sahibi olmak için entrikalara doymayan bir sürü insan tanıyorum ben. Hani en yakın iş arkadaşını bile bir saniyede satabilen, limon gibi suyunu sıkabilen.
Tahta çıkan her yol mubahtır değil mi? Bu devirde herkes bir çeşit hükümdardır değil mi?
Ama çok yazık, çok yaralı, çok hastalıklı, çok şuursuzca değil mi?
Bunun şizofrenik boyutu da vardır hani. Adamın hiçbir niteliği, başarısı, bilgisi, dişe dokunur eylemi yoktur ama kendi kafasında zirvededir yani.
Kruger Sendromu misali. Sanırsınız bitmek bilmeyen bir Kendi Kendini Değerlendirme Yeteneksizliği Şampiyonası var. En çok bilinci kapanan, niteliksizliklerini göremeyen ipi göğüsleyecek sanki.
Kırın kapıları! Yıkın köprüleri! Açın kardeşlerin önünü! Tahta çıkacaklar. Çıktıklarında da yetmeyecek ya ama olsun, onlar çıkacaklar. Ne pahasına olursa olsun.
Ey Sultanım! (Ey The Economist) kendine Fransızsın, farkında mısın?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA