Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

20. yüzyılın tanığı: Semprun

20. yüzyılın yaşadığı büyük altüst olmalara, karmaşalara tanıklık etmiş, onların içinde yaşamış, belirli bir bilinç üretmiş belki çok yazardan söz edilebilir ama bunların ikisi diğerlerinden farklıdır. Andre Malraux, Çin devriminde, İspanya iç savaşında, Fransız direniş hareketinde yer almıştı. Hayatı baştan başa bir maceraydı.
Mitomaniyle karışık anlatılarının ucu bucağı yoktu.
Sonunda 10 yıl süreyle De Gaulle'ün kültür bakanlığını yaptı, efsanevi romanlar ve bir otobiyografik anı kitabı yazarak çekti gitti.
Onunla mukayese edebileceğim ikinci büyük isim, gene inanılmaz olayların içinde yer almış Jorge Semprun'du. Bu hafta içinde, 7 Haziran günü, 10 Aralık 1923'te başladığı hayatı sona erdi, Semprun öldü. Böylece 20. yüzyıl, insanlık tarihinin en karanlık, en kanlı çağı bütünüyle sona erdi.
Semprun İspanyoldu. İç savaş çıktığında soylu bir aileye mensup babası getirip onu Paris'teki küçük bir koloniye emanet etmişi.
Semprun yıllar sonra o çileli günleri, bir insanın bir kenti, bir dili, kendini ve cinselliği nasıl tanıdığını, bu üç kıtanın önünde nasıl açıldığını Hoşça Kal Güzel Aydınlık isimli kitabında anlattı.

PARTİDEN ATILDI, YAZMAYA BAŞLADI
Henüz 20 yaşı civarındaydı ve Naziler onu tutuklayıp Buchenwald'e gönderdiler.
Toplama kamplarının en ölümcüllerinden, umarsızlarından biriydi. Komünistti. Orada kıl payı bir nedenle ölümden kurtuldu.
Cehenneme nasıl gönderildiğini Büyük Yolculuk isimli, okuyunca insanı iliklerine kadar sarsan romanında anlattı. Orada geçirdiği zamanı, ölümden nasıl kurtulduğunu, ölüme nasıl tanıklık ettiğiniyse, insanlık erdemlerini, insanın en karanlık ve kirli yanını, bana göre 20. yüzyılda yazılmış kitapların en önemlilerinden biri olan Yazmak ya da Yaşamak isimli anlatısında serdi gözler önüne. Bu kitap gerçekten de insan olmanın 'ihtişam ve sefaleti'nin bir kere daha yazılmaz müthiş bir anlatımıdır.
Semprun komünistti. Toplama kampından çıkınca, bir haziran günü bir kamyon kasasından Paris kaldırımına atladıktan sonra 20 yıl süreyle İspanyol Komünist Partisi'ni yer altında örgütledi.
Kod adı çok sevdiğim Federico Sanchez'di. O günlerini Ramon Mercader'in İkinci Ölümü isimli kitabında uzun uzun yazdı.
Nihayet, çoklarının başına gelen onun da başına geldi, partiden atıldı. Yazmaya başladı.

BİR BİLMECEYİ ÇÖZECEKTİ
1948'den sonra 1963'e kadar bir tek kelime yazmamış, yaşadıkları hakkında bir tek kelime etmemişti. Karmakarışık kabuslarında sürekli olarak aynı şeyi, Yazmak ya da Yaşamak'ta anlattığı Buchenwald'deki o büyük bacayı ve oradan üstüne yağan külleri görüyordu. Nihayet dili bir kere daha çözüldü ve her şeyi anlatmaya başladı. Yazarlığı, romanları ve alıntılarıyla sınırlı değildi. Costa Gavras'ın çektiği filmlere senaryolar yazdı. Z'nin senaryosu onundu, örneğin. Ama ben 1970'lerin dağdağalı Ankarası'nda gördüğüm ve bir kere daha çarpıldığım Penceredeki Kadın'ı tercih ederim. Gene Ankara'daki Fransız Kültür Merkezi'nin Mısır piramitleri kadar dik balkonundan izlediğim, Yves Montand ve Ingrid Thulin'in bütün İsveçli güzelliğiyle oynadığı, bir 'angaje militan'ın, hayat mı, parti mi daha önemlidir diye iç hesaplaşmaları yaşadığı Savaş Bitti filmini kare kare hâlâ hatırlıyorum.
Onun hakkında çok uzun bir yazı yazmıştım. İspanya'ya demokrasi gelip Gonzales hükümeti kurup onu da Kültür Bakanı olarak seçince. 'Semprun Öldü, Yaşasın Semprun' idi yazının başlığı ve onu Attila İlhan aracılığıyla tanıdığımı belirtiyordum. İlk adını duyduğumda Semprun, Ne Güzel Pazar isimli kitabını yayımlamış, Attila ağabey kitabı Fransızcasından okumuş, bana ballandıra ballandıra anlatıyordu.
Semprun'un Kültür Bakanlığı günlerini anlattığı Federico Sanchez'den Selam Var isimli kitabını da ölümünü Erdem Öztop gibi bana haber veren dostum Osman Akınhay yayımladı.
Semprun'un yazıcılığının ve yaşantısının ona temas eden noktalarındaki önemi, farkı şuydu: hayatı boyunca bir noktada başladığı, yarım kalmış, eksik kalmış bir olayın nasıl yıllar sonra tamamlandığını anlattı hep. O anda dikkat edilmeyen bir ayrıntı, bir ömür sonra ortaya çıkacak ve bir bilmeceyi çözecekti. 'Sanchez'den selam var,' derken de aynı şeyi kastediyor, Federico Sanchez adlı bir militan ve yasaklı olduğu ülkeye nasıl Semprun ve bakan olarak döndüğünü anlatıyordu.

İNTİHAR HER ZAMAN İNSANIN AKLINDADIR
Semprun'le uzun bir serüven yaşadım ben. Önce Ramon Mercader'in İkinci Ölümü isimli kitabını bulup, aylarca bekledikten sonra getirttim. Bir gün gümrükten kitabın geldiğine dair bir yazı aldım. Gittiğimde beni içeride bir odaya aldılar.
Gelen kitap ellerindeydi. Yasak yayın olduğunu söylediler. Ne yalan söyleyeyim, ödüm patladı.
Niye getirdiğimi falan sorduktan sonra kitabı teslim edemeyeceklerini belirtip beni saldılar. Hayatımın belki en şanslı günlerinden biriydi.
Üstünden çok uzun yıllar geçti.
Dostum ve kardeşim Aydın Sezgin, Paris Başkonsolosuydu. Kendisini aradım ve o günlerde okuduğum Güzel Aydınlık kitabının tesiri altında Semprun'le bir görüşme ayarlamasını rica ettim. Sağ olsun, uğraştı, didindi halletti. Buradan kalkıp Paris'e gittim. Gallimard Yayınevi'nin bir odasında onunla yüz yüze, karşı karşıya geldik.
Aydın tercümanlık yapacaktı. Ne yazık ki, bir öksürük krizine tutuldu, dışarı çıktı. Baş başa, hatta diz dize kaldık. İngilizce sordum, Fransızca anlattı. 45 dakika vermişti. Ben süre doluyor diye acele ederken, 'Bunlar çok ilginç sorular, biraz daha konuşalım,' dedi. Bir buçuk saat söyleştik.
Getirdiğim küçük hediyeyi verdim.
Sarılıp beni kucakladı.
Pardösüsünü giyip yürüdü gitti, rüzgarlı Paris akşam üstüne. Ona ölümü ve Beyaz Dağ isimli muhteşem romanında sözünü ettiği intiharı sormuştum. 'İntihar her zaman insanın aklındadır,' demişti.
Öldüğünü duyduğumdan beri dünya artık daha eksik.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA