Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Nasıl girmeli şu üniversiteye?

Yaz, herkes için boş bir hayat, dinlenme, zamanın seline bırakılmış günler demek değil. Özellikle gençler hem de bu hararet içinde kendilerine istikbal arıyorlar. Üniversite seçiyorlar. Gençlerin çilesi üniversite seçme sınavlarına girmekle bitmiyor. Ardından bir de işte şimdi uğraştıkları üniversite tercihi geliyor. İkisi de birbirinden zor. İnsanın kendisine kader aradığı bir dönemde onu yani kaderini kendi dışındaki bunca faktöre bağlı olarak yaşaması herhalde kolay yüzleşilecek bir duygu değil. Ben de bir üniversite hocası ve yöneticisi olarak günlerdir genç insanlarla, aileleriyle uğraşıyorum. Bin türlü tereddütten sıyrılıp kendilerine bir gelecek tayin etmeye çalışıyorlar. Soruları, kuşkuları, endişeleri, tedirginlikleri var. Halbuki bu iş hiç bu raddelere gelmeyebilir. Bambaşka çözümler bulmak mümkün. Üniversite sınavlarının kaldırılmasındaki zorunluluk geliyor aklıma. Bunu söylerken aynı öneriye siyasetçiler ve aileler tarafından kazandırılmış fetiş anlamı aklımın kıyısından bile geçirmiyorum. Çünkü üniversite sınavı olmasın derken, gençler çok rahat, ferah bir ortamda sorumluluktan azade, elini kolunu sallayarak dilediği üniversiteye girsin gibi bir öneri getirmiyorum. Tersine, bir mantıksızlığı ortadan kaldırmak suretiyle işleri daha sıkılaştırmak istiyorum. Mantıksızlık dediğim şu: Sınava 1.5 milyon dolayında öğrenci giriyor. Herkesin maksadı iyi bir üniversitenin iyi bir bölümü. Bu kapasite toplam 50 bin civarında öğrenci demektir. Öğrenciler bunun için yarışıyor. Başaramayanlar önlerine gelen fırsatı kullanıyor. Bu, sınavın öğrenci tarafındaki anlam ve işlevi. Bir de sınavın üniversitelere dönük işlevi ve anlamı var. Diyelim bir üniversitenin tarih bölümü 50 öğrenci alacak. Biz o 50 öğrenciyi bulmak için 1.5 milyon öğrenciyi imtihan ediyoruz. Ama o öğrenci kitlesinin zaten akıl almaz büyüklükte bir kısmı tarih bölümünü istemiyor. Ama gene de sınavdan geçiriyoruz tümünü. Sonra bir başka üniversitenin diyelim gene tarih bölümü 40 öğrenci alacak. Bu defa aynı öğrenci kitlesini bir de o bölüm için sınava tabi tutuyoruz. Halbuki sınavdan geçen çocukların tarih okumak istemeyenleri bir yana, zaten isteyenlerin belli bir kesimi de bir önceki bölüme girmişti. Şimdi onları neden, bir daha zora koşuyoruz? Akıl alır şey değil.

ARZU-TAKDİR İLİŞKİSİ
Buna mukabil, sınavların kaldırılmasını değil, genel seviyeyi ölçer mahiyette yapılmasını öngörüyorum. Öyle bir sınav uygulandıktan sonra dileyen üniversite o sınavda belli puan almışlar arasından seçimini kendisi yapar. Veya bu merkezi sınava hiç rağbet veya itibar etmez sınavını doğrudan kendisi uygular. O zaman bileğine güvenen, gerçekten o okulda okumak isteyen öğrenciler gelir o sınava girer. Bu defa bölüm o sınavları başararak kapısına gelmiş öğrencileri karşısına alır. Mülakatlardan geçirir. Onlara niçin o bölümde okumak istediklerini sorar. Kontenjanı kadar seçme öğrenciyi alır. Böylece sadece arztalep değil, arzu-takdir ilişkisi kurulur. İki taraf da mutlu olur. Eskiden böyleydi. Üniversiteler sınavlarını kendileri yapardı. Doğrusu budur. Böyle bir sitemin başka bir olanak yaratacağı kanısındayım. Herhangi bir alanda yüksek eğitim görmek isteyen öğrenciler kendilerini liseden başlayarak o yönde hazırlayacaktır. Bundan iyi bir yaklaşım düşünülebilir mi? Bu değerlendirmenin bizi getirdiği bir başka eşik var. O da üniversite kavramının kendisi. Bizde üniversite sadece meslek edinmek için gençlerin devam ettiği bir eğitim kurum. Doğrudur, üniversitenin böyle bir işlevi vardır. Fakat ondan önce gelen, üniversitenin bilgi üreten bir merkez olmasıdır. Üniversite, araştırma denilen yöntem ve süreçle bilgi üretir. Üniversite öğrencisi hem bu bilgiyi edinen kişidir hem de onun üretimine katkıda bulunan taraftır. Hocanın kafasındaki bilgiyi aktarmaz. O anda hoca da bilgisini üretmekte, pekiştirmektedir. Dolayısıyla meslek bilgiden doğar; bilgi meslekten türemez. Böyle bakınca üniversite eğitiminde çok işlevselci, çok yararcı olmak fazla anlamlı değildir. Üniversite edindiği bilgiyi de bilgi edinme evrelerini de bir yarara dönüştürür. 19. veya 18. yüzyılda olduğu gibi fildişi kuleler çağında değiliz. Her yanımızdan gürül gürül enformasyon akıyor. Enformasyon bilginin ilksel ve popüler halidir. Bilgi daha üst mertebede bir kavramdır. Ama artık bilgiye ulaşmak da çok mümkün. O zaman seçkin üniversite giderek daha fazla önem kazanıyor. Bunun yolu da gelen öğrenciyi bilgi edinme yöntemleriyle buluşturmaktır. İkincisi, üniversite eğitimi öğrenciye bu yönde verilen bir genel formasyondur. O nedenle de dünyanın hiçbir iyi eğitim sisteminde kendi içine kapalı bir fen veya sosyal bilimler eğitimi sunulmaz. İki taraf da diğer alanların mantığını, yapısını, niteliklerini ve birikimini edinir. Haydi üçüncüsünü de yazayım: Üniversite eğitimi aslında beşeri bilimler üstüne bina edilir. Şu bizde hakir görülen edebiyatı da kapsayacak biçimde insanlığın bilinç birikimidir üniversite eğitiminin maksadı. Oysa sınavla öğrenci alıp, makineyle öğrenci yerleştirdiğinizde bu anlayışın köküne kibrit suyu döküyorsunuz.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA