Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

20. yüzyılın bayrağı

Nâzım Hikmet 62 yıllık yaşamında galiba sadece 10 yıl tam manasıyla (o da artık ne kadarsa) özgür kalabilmiştir.
Onun dışında ömrü hapishanelerde ve kimse kızmasın, esarette geçmiştir.
Kesin olarak öldürüleceğini anladığı ve başka çaresi kalmadığı için kaçtığı Rusya yaşantısı, görünmez duvarlı bir Stalin hapishanesinde geçmiştir. Bir yandan da kendisini öldüreceğini bildiği, köşe kapmaca oynadığı bir hastalığın pençesindedir.
Tek mutlu olduğu anlar, o 1950-1963 arasında, zaman zaman gittiği Paris'te, Türk dostlarıyla birlikte olduğu anlardır. Onun dışında bu çocuksu, heyecanlı, taşkın, bir yanıyla güçlü bir yanıyla hayli zayıf adamın hayatı bir ıstıraptır.

***
Nâzım Hikmet o komünist gerçekliği ve onu meydana getiren düşünsel çerçeve içinde 20. yüzyılın en önemli şiirlerinden birini yazmıştır.
Şimdi zaman zaman söylendiği gibi bu şiiri ideolojisinden ayıklayarak okuma ve sevme önerisinin hiçbir manası yoktur. Tersine o şiire tadını, çapını kazandıran ideolojik yapısı, dokusudur. Ölene kadar da yazdığı şiirde bu realiteyi muhafaza etti. Trrum trak... şiiri (düşününüz, 1923'te yazıldı bu şiir...) ne kadar öncü, yol açıcı ise 'son şiirleri', mesela Saman Sarısı, mesela Havana Röportajı da o kadar yenilikçidir.
1920'lerin Rus avangardını sonuna kadar daima geliştirerek sürdürmüş Rusya dışındaki ender sanatçılardandır Nâzım Hikmet.
Daha fazlasını ise Nazım Hikmet'te iki ayrı katman halinde bulmak mümkün. Birincisi, Şeyh Bedrettin Destanı'dır. Nâzım Hikmet 1936 yılında, daha önceki şiirinin 'mekanik' ama çok güçlü sesini bu defa halk ve divan şiirinin kılıfına sarmıştır. Devam ettirmiş midir bu çabasını denirse, yanıtım, kısıtlı olmakla birlikte evet olacaktır. 'Bir akşam üstü/Oturup/ hapishane kapısında/rubailer okuduk Gazali'den...' diye başlayan şiiri gelir bu büyük göle akar. Hatta, Kurtuluş Savaşı Destanı da bu gövdeden dallanır. Ne var ki, Nazım Hikmet, bütün büyük sanatçılar gibi sürekli aradığı ve daima yenilediği için yapıtını, orada kalmaz.
1940'ların ortasından itibaren başka bir şiir kurar. Son derecede modern, hatta güncel/çağdaş bu şiir söyleyişinde aslında hiçbir vakit vazgeçmediği o büyük insanlık serüveni arayışını neredeyse kristalize eder ve lirik bir dokuyu geliştirir.
Bunlar aşk şiirleridir ve yeterince algılanmamıştır.
Nâzım Hikmet'in şiirinde ana rolü daima sinema oynadı. Yoksa o kadar erken bir tarihte bu derecede 'görsel' bir şiir yazmak imkansızı başarmaktı. Sinema bir mekanizma olarak da onun şiirindedir. Bilhassa Memleketimden İnsan Manzaraları'nın da diğer şiirlerin de dinamiğini bu sinema olgusu meydana getirir. Kısa bir süre önce yeniden okuduğum bu büyük yapıtta müthiş bir 'insan' panoraması gördüm. Bu, Nazım Hikmet'in seçtiği 'macera' kavramından daha fazlasıdır.
***
Geçenlerde, Nedim Gürsel yazdığı bir yazıda Nâzım Hikmet'in artık okunmadığını, yapıtlarının bulunmadığını, dünyada unutulduğunu belirtiyordu. Doğrudur.
1989, Nâzım Hikmet'in de gerçek ölüm yılı oldu. Bir 30 sene geçer.
Her defasında olduğu gibi yeniden anımsanır. Gene Gürsel'in tabiriyle 'tumturaklı bir üslup' sahibi, bu kadar güçlü, şairin unutulması olanaksızdır. Çok uzun bir süredir, her yıl Amerikalı öğrencilere verdiğim Türk şiiri dersinde ne zaman onun Saat 21-22 Şiirleri'nden bir küçük örnek okusam, o genç ve bambaşka dünyalardan gelen insanlar fiili olarak ağlıyor.
Bu kural hiç şaşmadıysa, çok uzun bir süredir, onu, Nâzım Hikmet'in evrenselliğinin en büyük kanıtı olarak kabul etmek kabildir.
O 20. yüzyılın bir bayrağıdır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA