Türkiye'nin en iyi haber sitesi
MUHAMMED ÖZHAN

AB 'Stres testin'den geçebilecek mi?

Dünya ekonomisi 3 yıl aradan sonra şiddeti daha da artmış olan bir finansal krizle mücadele ediyor. 2008 yılında krizin merkezinde Amerika kaynaklı gayrimenkul piyasası varken şu anda yaşanan krizin merkezinde Avrupa bulunuyor. Ancak liderler, Avrupa ikinci dünya savaşından sonra en büyük kriziyle karşı karşıya olmasına rağmen büyüyen borç krizini ciddiyetini yeni kavrayabildiler. Öyle ki Avrupalı liderler uzun zamandır tartışılan borç silme kararını geçtiğimiz Çarşamba günü sabah 4'e kadar süren toplantılar sonrasında almak zorunda kaldı. Toplantı sonucunda, Yunanistan'ın 100 milyar euro civarındaki borcu silinirken (hair cut), istikrar fonundaki para 1 trilyon euroya çıkarıldı. Toplantıda ayrıca, gelecekte herhangi bir ülkenin temerrüde gitmesinden kaynaklanabilecek kayıplara karşı bankaların sermayelerini güçlendirmesi kararı alındı. Kararlar, piyasalar ve Avrupa ekonomisi için orta vadede doğru gibi görünse de yapılan sadece problemleri ertelemekten ibaret. Çünkü Avrupa Birliği bu yıl üçüncü kez böylesine büyük kararlar almış olmasına rağmen her seferinde uygulama aşamasında yaşadığı problemler nedeniyle krizi daha da derinleştirdi.
Öncelikle borç problemi şu anda sadece Yunanistan'ın değil aynı zamanda finansal marketlerde PIIGS olarak adlandırılan Portekiz, İrlanda, İtalya, Yunanistan ve İtalya'nın ortak sorunudur.
Dolayısıyla sadece Yunanistan'ın borcunun silinmesi şu andaki ateşi biraz olsun rahatlatmış olabilir ancak sorunların temel kaynağına halen inilmiş değil. Sorunların ortak noktası ise bu ülkelerin yüksek borç stokunun yanı sıra ekonomik büyümedeki ciddi sıkıntılardır. Öyle ki 2008 yılından beri, bu ülkelerinin ortalama büyümesi % -1,7'dir. Ekonomik büyümedeki yetersizlikle birlikte artarak büyüyen borçlanma bu ülkeler ve Avrupa için bitmesi zor bir kâbusun başlangıcı olması anlamına geliyor. Bu krizi dindirecek en önemli adım, ülke ekonomilerinin yapısal reformları bir an önce hayata geçirerek büyüme yönünde adımlar atmasıyla olacaktır. Ancak bu yapısal reformların kısa vadede ülke haklarına ciddi olumsuz etkileri olduğu için siyasi iradenin bunları göze alıp alamayacağı aslında kritik soruların başında yer alıyor.

Borç krizi
Bugün yaşanan kâbusun birkaç yönü bulunmaktadır. İlki, yıllardan beri bütçe açıklarıyla devasa hale gelen borç rakamları iken diğerleri ise bu ülkelere borç verme konusunda hiçbir şüpheye düşmeyen bankalar ve ekonomik sistemi denetleyen kurumlardır. Esasında, AB'nin son kararında bu noktada bir adım atılıyor. Zirveden çıkan belki de en önemli sonuç, gelecekte üye ülkelerin bütçelerinin daha sıkı denetleneceği kararıdır. Özellikle vergilendirmede entegrasyona gidileceği ve euro bölgesinin yönetimi için yeni bir çerçeve belirleneceği duyurulmuş olmasına rağmen geçmişte yaşananlar nedeniyle bu tedbirlerin ne kadar uygulanabilir olacağı ciddi soru işaretleri barındırıyor.
Yaşananların en girift yanı, Yunanistan borçlarını ödemezse bile euro bölgesinin bunu kaldırabilecek gücü olmasına karşın bu krizin diğer ülkelere yayılmasıdır. Özellikle de Yunanistan'dan daha fazla miktarda borca ve kısa vadeli borç yapısına sahip olan İtalya, belki de bu krizin en büyük çıkmazı olacaktır. Özellikle borç krizinin yayılma riski bulunması nedeniyle 1,6 trilyon euroluk borç yükü sadece İtalya'yı değil, para birimini ve AB'yi tehdit etmektedir. Esasında AB İtalya'ya mali reformlar yapması, ek vergiler koyması yönünde baskı yapıyor ancak bu önlemler İtalya'daki mevcut sosyal yapıyı bozmaktan öteye gitmeyecektir. Çünkü sorunun kaynağı, büyümedeki yetersizliklerdir. Öyle ki, son 15 yılda İtalya yüzde 0,75'le büyüdü ve bu oran ödediği borçların faizlerinden daha düşük bir orandır. Büyümedeki yetersizlikler borç verenlerin daha yüksek maliyetli fon sağlamalarına neden olduğu için ülkenin finansman maliyetini artırmaktadır. Bu durum kendi içinde bir kısır döngü yarattığı için sorunun çözülmesini de zorlaştırıyor.

Güven bunalımı
Öte yandan yaşanan krizinin ortaya çıkardığı diğer bir nokta ise, AB kurumlarının piyasalara bir türlü tam güven verememesidir. Bu güven bunalımı en fazla stres testlerinde ortaya çıkmıştır. Son yapılan teste, AB'nin bankacılık sisteminin yüzde 65'ini oluşturan 90 banka katıldı. Stres testinde oldukça iyi bir not almasına rağmen Dexia Yunanistan ve İtalya'daki riskli hazine tahvilleri, yatırımları yüzünden batma ve euro bölgesi krizinin ilk kurbanı olma ihtimaline karşı kamulaştırıldı. Aslında Dexia 2008 yılında da batma riskiyle karşı karşıya kalmış, Belçika, Fransa ve Lüksemburg hükümetleri 6,4 milyar euro vererek iflası önlemişti. Batışının finansal sistem içinde çok büyük değeri olmasa da asıl önemli olan yapılan stres testinde Dexia'nın çok iyi bir not almasıdır. Çünkü bu stres testini geçen 82 banka daha bulunurken finansal sistem bu test sonuçlarına şimdiye kadar inanmıştı. Bundan sonra bu stres testlerine ne kadar güvenilebilir, orası tam olarak belli değil.
Sonuç olarak, Avrupa ikinci dünya savaşından sonra tarihinin en büyük krizine doğru emin adımlarla gidiyor. Çöküşe doğru yürüdüğünün pek farkında olmayan Avrupalı liderler 2011 yılında belki ülke iflaslarıyla karşılaşmayacak ancak şu çok açık ki, büyümeye yönelik destekleyici politikalar tekrardan gözden geçirilmezse büyük Avrupa hayalinin ömrü kısa olacaktır. Şunu da belirtmek gerekir ki liderler aldıkları son kararla borç sorununa bir çözüm bulduklarına inanıyorlar ancak alınan tedbirler önemli olsa da bunların tek başına yeterli olacağını düşünmek yanlış olacaktır. Borç silme, AB'nin bir mermisiydi ve kullanıldı. Ancak İtalya'daki sorunlar giderek gün yüzüne çıktığında AB bu sefer ciddi anlamda köşeye sıkışmış olacaktır. Dexia örneğinde ortaya çıktığı gibi 2008 yılında bir ayağı çukura giren bankanın geçici önlemlerle hayata döndürülmesi dinamite giden fitilin sadece boyutunu uzatmıştır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA