Türkiye'nin en iyi haber sitesi
REFİK ERDURAN

Cinnet-i memnu

Rahmetli annemin deyimiyle "kavak yelleri yüzünden terk-i diyar" etmeyip Los Angeles cennetinde yaşarken televizyon dizilerine yaptığım katkılara acayip paralar ödeniyordu. Ama içim rahat değildi. Açıkçası, utanıyordum. Çünkü diziler de abuk sabuktu, katkılarım da.
Bizde öyle durumlara "hamakati istismar" derdi eskiler. Yani aptallığın sömürülmesi.
Senaryo şişirmek için otel odalarında toplanan aşırı profesyonel meslektaşlar viski yudumlayarak "Karnını doldurduğumuz kızın piçi ak mı olacak, kara mı?" türünden bilmecelere çözüm ararken izleyicilerle dalga geçerlerdi. Müşterilerinin kolektif zekâsı 10 yaşında çocuk kafası düzeyindeydi onların gözünde. (Haksız da sayılmazlardı.)
Bir çeşit dolandırıcılığa katıldığım duygusundan rahatsız olarak ve kendi ülkemde akıllıca şeyler yapma hayaline kapılarak döndüğüm Türkiye'de bugün ne görüyorum?
Kaderin -cilvesine demeyeyim, çünkü cilve hoş bir şeydir- sululuğuna bakın. Roman çarpıtıp şişirilerek yılan hikâyesine döndürülmüş, sonu da bilinen bir dizinin finali izlenecek diye memlekette hayat duruyor!
Böylece durabiliyorsa, nasıl bir akıl düzeyinde yaşanmakta olan bir hayattır bu? Hani ilk kez gittiği sinemada filmin kötü adamına bağıran köylüye gülünür ya. Ondan farkı ne?

***

Söz konusu diziyi izlemedim. (Ekrana bakmayan entel pozundan değil, vakitsizlikten. Televizyonculuğu çok ciddi ve önemli bir uğraş sayıyorum.) Yapımcısının kim olduğundan da haberim yoktu.
Güneri Cıvaoğlu'nun Pazar yazısından öğrendim: meğer en eski ve yakın dostlarımdan Ekrem Çatay'ın oğluymuş.
TRT ve ATV'nin yönetiminde olduğu günlerde sık görüşürdük Ekrem Bey'le. Çok zeki, çok becerikli, çok da iyi niyetli bir insandır. Oğlunun da öyle olduğundan eminim. Onun için, dizi üstüne söylediklerim kınama ya da ayıplama sanılmasın. Tersine, dizinin o kadar uzatılabilmesi büyük başarıdır, biliyorum.
(Şişirmekten söz ettim ya; kolay değildir onu yapmak. İzleyiciyi sıkmadan uzatmak ustalık ister.) Televizyonculuğun sanattan çok sanayi ile bağlantılı bir iş dalı olduğunun da farkındayım.
Ama şunu düşünüyorum:
Çatay'ların ve başka başarılı yapımcıların zekice becerileri toplumdaki hamakat potansiyelini istismara değil de akıllanma yeteneğini değerlendirmeye yönelemez mi az biraz? Vaktiyle Attilâ İlhan senaryolarından diziler yapılıyor ve çok izleniyordu. Televizyonun kafa ve gönül düzeyimizi yükseltecek bir beğeni krikosu gibi kullanılması yeniden denenemez mi bir ölçüde?
***

Başka yazı konusu ama yarına kadar bekleyemeyeceğim:
Amerikan devletinin sözcüsü durumundaki kişilerden biri "Türkiye bize bağlılığını göstermeli" buyurdu. Şimdi kamuoyumuzda bunun ne kadar "haksız" bir söz olduğu tartışılmakta. Gerçekte hiçbir vefasızlığımız görülmediği halde böyle bir laf nasıl edilirmiş! Ne yapmışız ki o suçlamaya hedef olmuşuz? Sadakatimiz her halimizden belli değil miymiş?
Zaten Güvenlik Konseyi'ndeki hayır oyumuzdan bu yana medyanın bir kesiminde mütareke basınındaki "İngilizleri kızdırmayalım" telaşını andıran bir panik yaşanmakta. Batı ile aramız bozuluyormuş. İşte görülüyor muymuş? Zılgıt üzerine zılgıt yiyormuşuz adamlardan. Kaşlar daha da çatılırsa, dur bak neler gelecekmiş başımıza!
Hangi kesimde kopuyor bu kıyamet? Kendini sosyal demokrat, Atatürkçü, bağımsızlık yanlısı diye tanıtmak isteyen safta!
Affınıza sığınıyorum, dostlar. Yaşım ilerleyince anlayışım körlendi herhalde. Ben bu durumlara akıl erdiremiyorum.
Ne demek sadakatimizden şüphe edilmesinden çekinmek? Türkiye birilerinin zevcesi durumunda mı ki izin almadan kendi yoluna gitmek istemesi gölge düşürecek iffetine?
Kendimize çılgın Türk, çılgın Türk diye diye gerçekten kafayı üşütmeye mi başladık?
Delinin de onurlusu vardır, onursuzu vardır. Kavgalarımız dengemizi büsbütün bozmadıysa, ikincisine özenmek yasak olmalı gönlümüzde.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA