Türkiye'nin en iyi haber sitesi
REFİK ERDURAN

Kâbus molası

Kendini sağlık uzmanı sayan dostumla çoktandır görüşemiyorduk. Her konuşmamızda yeterli vitamin ve mineral almanın önemini vurgular, "Lifli şeylerin başka yararları da var, bol bol yeşillik yemeye bak" derdi. Önceki gün bir yemekte yan yana düştük. Salataya dokunmadığını görünce nedenini sordum.
İçindeki çok şeyin genetiğinin değiştirilmiş olduğunu düşünüyormuş. Ayrıca Türk tarımında ne kadar koruyucu madde kullanıldığını araştırmış, duyduklarından ödü kopmuş. Doğal olmayan hiçbir şeyi ağzına atmamaya karar vermiş. Organikliğine güveneceği meyve ve sebze bulana kadar onlardan da uzak duruyormuş.
"Vitamin ve mineralleri nereden alıyorsun?" dedim.
Bol bol hap yutmaktaymış.
"Onlar doğal mı?"
Düşündü, güldü, "Aman boş ver, derinine gidersen her şey zararlı" dedi, salata öncesinde değinmekte olduğu "memleketin hali" konusuna döndü. Gözünün tuttuğu tek durum ekonominin gidişiymiş. Gerisi, felaket. Zira seçimi yine iktidardaki parti kazanacağa benziyormuş. O da tek adam yönetiminin güçlenmesi demekmiş.
"Hep 'demokrat' olmakla övünürsün. Bir seçim sonucundan bu kadar çekinmek demokratlığa sığıyor mu?"
Yine düşündü, bu sefer vahim bir ciddiyetle baktı yüzüme. "Sana bir şey söyleyeyim mi?" dedi. "Fikir değiştirebilirim. Demokrasi de zararlı galiba."
İtiraz etmeme kalmadan tezler sıraladı.
Demokrasi berbat sonuçlar verebiliyormuş; Hitler de seçimle gelmiş iktidara. Oysa demokrasi olmadan hızlı kalkınma pekâlâ mümkünmüş. Güney Kore gibi birçok Asya kaplanı tek "güçlü adam" yönetimiyle belini doğrultup düze çıkmış.
Haklılığından kuşkulu kişilerin ısrarıyla sordu dostum: "Yalan mı?"

***

Yalandan beterdi sözleri; mantık salatasıydı. Hem Hitler'e berbat sonuç diyor, hem onun yöntemi olan demokrasi yokluğunu ilaç sayıyordu. Hem Güney Kore'nin tek güçlü adam liderliğiyle kalkınmasını övüyor, hem ekonomisi hızla gelişiyor dediği Türkiye'de bir liderin güçlenmesinden dehşete kapılıyordu.
Kamuoyumuzu biçimlendiren çok kişide benzeri değerlendirme bulanıklıkları var. Nedeni güçlü adam ile diktatör kavramlarının karıştırılması.
Diktatörlükle yönetilmeyen birçok ülkede birçok politikacı değişik sürelerle ve değişik ölçülerde "dediği dedik lider" durumuna geldiler. Hindistan'da Gandhi, Britanya'da Churchill, Amerika'da Roosevelt, daha az karizma sahibi olmakla birlikte Almanya'da Adenauer, Fransa'da Mitterrand, hatta Brezilya'da da Silva diktatör kesilmeden statüye egemen olarak toplumlarını darboğazlardan geçirdiler.
Öylelerine lokomotif adamlar diyebiliriz.
Bizde kimse Atatürk'ün kötü despot anlamında diktatör olduğunu söyleyemez; ama elbette "güçlü adam" ve "dediği dedik" liderdi. O sayede ulusa on yılda birkaç asırlık mesafe aldırdı. Sonrasına bakarsak, Özal çok daha küçük çapta olsa da bir başka lokomotifti. Türk ekonomisinin tıkanmış yolunu açıverdi üç beş yılda. O süre içinde güçlü adamdı ama diktatör değildi.


***

Gelelim bugüne. Tartışılamayacak bir gerçek: Erdoğan açık farkla önde giden partisine, dolayısıyla siyasal alana egemen. Sözünü dinletiyor, ülkeyi uygun gördüğü yöne çekip götürüyor. Kısacası, lokomotif.
Kötü bir şey mi bu?
Trenin bundan sonra nerelere ulaşacağına bağlı. Şimdiye kadar alınan yol yanlış yönde olmadı. Yakında makas değişmesiyle ters taraflara sapacağımızı düşünenler Erdoğan'ın diktatörlüğe yönelmesinden çekiniyorlar.
Ben o kanıda değilim.
İki gün önce "Bir dönem sonra mola vereceğim, hoşuma giderse mola sürüp gidebilir" dedi. Diktatör ruhlu, diktatörlüğe niyetli kişiler insanların güçlü lider peşine takıldıklarını, o gücün süreksiz olabileceğini duymaktan hoşlanmadıklarını bilirler. Batarken gitmem diye tepinen Kaddafi'nin mola lafı ettiğini duydunuz mu?
Seçim öncesinde Türkiye'nin öcü kâbusu görmeye mola verip seçenekleri serinkanlılıkla incelemesi daha yararlı olur gibime geliyor.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA