Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ERDAL ŞAFAK

Buyurun size çıkış yolu

Zinanın aile kurumuna zararları ve bunların giderilmesi hukuki bir konu. Ancak tartışmalar sadece hukuk zemininden değil, çığırından da çıktı.
Gelin filmi biraz geriye saralım...
Anayasa Mahkemesi, Türk Ceza Kanunu'nun erkeğin zinasıyla ilgili 441'inci maddesini eşitlik ilkesine aykırı bularak iptal etti. Çünkü, evli kadının başka bir erkekle bir kez cinsel ilişkiye girmesi zina suçu için yeterli sayılıyordu. Evli erkeğin zinası için ise cinsel ilişkinin ötesinde, herkesçe bilinecek biçimde karı-koca gibi yaşamak koşulu aranıyordu

Meclis çağrıya uysaydı

Anayasa Mahkemesi bu maddeyi 23 Eylül 1996'da iptal etti. Ve Meclis'e hukuki boşluğu doldurması için bir yıl süre verdi. Dikkatinizi çekeriz; Anayasa Mahkemesi kararında "Zinanın hapisle cezalandırılmasının çağdaş hukukta yeri yoktur" türünden yorumlar ya da uyarılar yer almadı. Tam tersine, Anayasa'nın 10'uncu maddesindeki eşitliğin sağlanması için, kadında olduğu gibi erkekte de bir defalık zinanın hapisle cezalandırılması istendi.
Parlamento verilen sürede yeni bir yasal düzenleme yapmayınca, Anayasa Mahkemesi yine eşitlik adına bu kez Türk Ceza Kanunu'nun evli kadının zinasıyla ilgili 440'ıncı maddesini iptal etti. 23 Haziran 1998 tarihli bu kararda da, evli erkeğin zinasının suç olmaktan çıkması nedeniyle, evli kadının zinasının da suç sayılamayacağı belirtiliyordu.
Şimdi bir an düşünelim; Anayasa Mahkemesi'nin parlamentoya "Erkeğin zinasına hapis öngören yeni yasa çıkar" çağrısını yaptığı 1996'da herhangi bir sivil toplum örgütünden "Zinaya hapis çağdışı", "Türk Ceza Kanunu bu ayıptan kurtarılmalı" gibi tepkiler ve talepler geldi mi?
O tarihte işbaşında Mesut Yılmaz'ın başbakanlığındaki ANAP-DSP-DTP koalisyonu vardı. O hükümet Anayasa Mahkemesi kararına uyup, evli erkeğin bir defalık zinasına da hapis getirseydi, "Bu iktidar Türkiye'yi karanlığa götürüyor", "Bunların gizli gündemi var; bir adım sonra recm'i getirecekler" türünden eleştiriler yükselecek miydi?

Sorun yasa mı, iktidar mı?

Demek ki asıl sorun, iliklerimize kadar işlemiş "çifte standart" hastalığı. Bir başka sorun da, toplumun bir kesiminin ve AB'nin konuyu AK Parti'ye duyduğu kuşkuların dayanağı durumuna getirmesi.
AK Parti açısından bakarsak, direncinde iki etken var: İlki, gurur meselesi yapması. İkincisi de muhafazakâr ahlak anlayışı.
Peki, bu karşılıklı direnç aşılamaz mı? Herkesin benimseyeceği ya da en azından hiç kimsenin sesini çıkaramayacağı bir çözüm formülü yok mu? Var.
Hem yürürlükteki Türk Ceza Kanunu'nda, hem de geri çekilen tasarıda onur ve saygınlığı lekeleme, yani "aşağılama", kısacası "hakaret" suçuyla ilgili yığınla madde var.
Zina da sadakatsizliğe uğrayan eşin onur ve saygınlığını lekelemek değil mi? Bundan daha ciddi bir aşağılama, hakaret olur mu?
Alın size orta yol. Zinayı da belli bir sürede (6 ay) şikâyete bağlı hakaret suçları kapsamında değerlendirelim. Müeyyidesi hapis olmasın. Kınama (örneğin en yüksek tirajlı üç gazetede mahkeme kararının yayınlatılması gibi), para, kamu haklarından belli bir süre yoksun bırakmak cezaları getirilebilir.
Bu formüle ne sivil toplum örgütleri itiraz edebilir, ne de AB Komisyonu. AK Parti de gururunu kurtarmış olur.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA