Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ERDAL ŞAFAK

4 restorasyon (1)

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu geçen ay aralarında benim de bulunduğum bir grup gazeteciyle ufuk turu yaptı. Entelektüel dozu hayli yüksek olan bu turda söylediklerinin en önemlisi "Restorasyon" üstüneydi.
Gerçi Milliyet'ten Taha Akyol bir yazısında bu konuya kısaca değindi ama dünya medyasında komutanların istifası ve Yüksek Askeri Şûra toplantısıyla ilgili yorumlarda "Emperyal dönüş" vurgusu ön plana çıkınca, "Restorasyon" tezini biraz daha ayrıntılı anlatmak farz oldu.
"Restorasyon"u "Zamanın ruhunu ve dinamiğini yakalamak" diye tanımlayan Davutoğlu'na göre, son 150 yılda Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti dört kez böyle bir süreçten geçti. Ve dördü de doğru zamanda ortaya çıktı. İşte Davutoğlu'nun tezi:
Birinci Restorasyon, "Tanzimat" dönemiydi. Bir yandan Fransız İhtilali'nin estirdiği özgürlük ve insan hakları rüzgârlarının Osmanlı diyarlarına ulaşması, bir yandan da imparatorluğun erime, hatta ortadan kalkma korkusu, Bab-ı Ali'yi arayışlara yöneltti. Gerek "Islahat Fermanı", gerekse "Tanzimat Fermanı" işte bu arayışların ürünüydü. Bu reformlar "Kadim değerler"i savunanlar ile "Modernite" yanlıları arasında bugüne kadar süregelen ayrışmanın tohumlarını attı ama en azından imparatorluğun ömrünü uzattı.
İkinci Restorasyon, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıydı. Birinci Dünya Savaşı'nın ardından imparatorlukların dağılma sürecine girmesinin tetiklediği travma, ancak "Ulus devlet" ile aşılabilirdi. Önemli bir nokta: Meşruti imparatorluktan cumhuriyet devletine geçilirken, sadece rejim değişti, kurumlar aynen devam etti, bu da sancıları bir ölçüde de olsa azalttı. Birinci Restorasyon'un harcı olarak Tanzimat Fermanı'nı kabul edersek, İkinci Restorasyon'da 1921 Anayasası için aynı şeyi söyleyebiliriz.
ÜçüncüRestorasyon, yine bir savaşın, İkinci Dünya Savaşı'nın ardından "Yeni Dünya Düzeni"nde safını belirlemek için atılan adımlar oldu. İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde iki blok ortaya çıktı: Demokratik rejimler ailesi ve totaliter rejimler ailesi. İlkini, ABD'nin önderliğindeki Batı dünyası temsil ediyordu, ikincisini ise Sovyetler Birliği liderliğindeki Doğu dünyası. "Demir Perde"nin ayırdığı bu iki dünya arasında neredeyse yarım yüzyıl sürecek "Soğuk Savaş" patlak verdi. İşte o dönemde Türkiye demokrasiye, çok partili sisteme geçme kararı vererek, tercihi Batı dünyasından, yani demokrasiler ailesinden yana kullandı. Üçüncü Restorasyon'un harcını ise "Dörtlü Takrir" oluşturdu. (Not: "Dörtlü Takrir", Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü'nün CHP'den ayrılıp Demokrat Parti'yi kurmalarını tetikleyen önergeydi. Bu önergede çok partili rejime geçilmesi, seçimlerin serbest ve tek dereceli olması, üniversite özerkliği, basın özgürlüğü, cumhurbaşkanının CHP Genel Başkanlığı'ndan ayrılması isteniyordu.)
Dördüncü Restorasyon ise, 1990'ların başında Sovyet İmparatorluğu'nun çökmesi ve Soğuk Savaş'ın tarihe karışmasını izleyen dönemin getirdiği zorunluluk ya da fırsat penceresiydi.
Soğuk Savaş, Batı dünyasının, yani demokrasiler ailesinin kesin ve net zaferiyle noktalandı. Ama Türkiye ilk kez kazanan tarafta yer almasına rağmen bu zaferin hiçbir avantajından yararlanamadı. (Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı, mağluplar safındaydı. İkinci Dünya Savaşı'nda Türkiye tarafsız kaldı. Soğuk Savaş'ta ise, yukarda da belirttiğim gibi, Batı dünyasının parçası oldu, dahası onun uç beyliği görevini üstlendi.)
Evet, Türkiye, Soğuk Savaş'ın galipleri arasında yer aldı ama 2002'ye kadar zaferin nimetlerinden nemalanamadı. Neden?
Davutoğlu'nun yanıtı en az bu yazı kadar uzun. O nedenle salı günü konuya devam edeceğim. Çünkü, yarın "SABAH'tan Mektup" günü...










Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA