Türkiye'nin en iyi haber sitesi
SALİH TUNA

‘Fakir şeytandır’

Babam memurdu, üniversitede çalışıyordu. Ev kirası, elektrik, su ve bakkalın veresiye defteri derken, babamın maaşı buhar oluyordu.
Annem de evdeki dikiş makinasında toptancılara ilk mektep önlükleri dikerek evin bütçesine katkı sağlamaya çalışırdı.
Fakat yine de ay başını zar zor getirirdik. Biz 4 kardeştik ve hepimiz de öğrenciydik.
Bir gün nerden icap ettiyse, "Biz fakiriz, değil mi anne?" diye sormuştum. Evden çıkmak üzere olan annem yüzüme hayretle bakıp, "Tövbe de oğlum, o nasıl söz!" demişti, "Fakir şeytandır."
Annemin ardından bakakalmıştım.
Fakirlik şeytanın harcı olacak kadar kötü bir şey olduğuna göre, demek ki biz fakir değildik.
İlk mektebi çiçeklendirmeye henüz başlamıştım, bir türlü anlam veremiyordum.
Madem fakir değildik, neden ay başını zar zor getiriyorduk? Dahası, biz fakir değilsek, fakir ne demekti?..
Aklım erince anladım; annemim zenginlik ve fakirliğe yüklediği anlamı.

***

Demirel'in "Binaenaleyh benzin vaa'dı da biz mi içtik!" dediği yıllardı. Yani, Türkiye'nin 70 sente muhtaç olduğu yıllar.
Kimi zaman kahvaltı sofrasında zeytin bile bulamazdık.
Ne ki annem ve babam her daim şükreder, "Allah'ım, olmayanlara da ver" diye dua etmeden sofradan kalkmazlardı.
"Bizde olup da başkasında olmayan ne var ki?" diye içimden geçirdiğim çok olmuştu.
Aklım erince anladım, annem ve babamın duasının ne demek olduğunu...
Dışarda omuz omuza bir hayat vardı.
Bir eve düşen hüznün ateşi tüm mahalleye, tüm semte düşer, tüm şehir mahzun olurdu. Bayram gelince de tüm şehir mesrurdu. Özellikle de Kurban bayramlarında paylaşmanın zirvesine ulaşılırdı.
Ay başını zor getirirdik ama biz de kurban keserdik.
Borç alarak mı kurban keserdik, bilmiyorum. Soramam da artık, annem ve babam ahiret yurdunda şimdi.
Merhum Akif Emre bir yazısında, "Bir insan dini bir vecibesi olmadığı halde neden borç alarak kurban keser?" sorusunu teşrih masasına yatırmış, bunun bilgisizlikle veya hayatı zorlaştıran "dindarlık gösterisiyle" yorumlanamayacağını, "dışarıdan bakışla" kurban kesmenin varoluşsal anlamının kavranılamayacağı gibi, borç alarak kurban kesmenin iç zenginliğini de kavramanın mümkün olmayacağını söylemişti.
Annem çok zengindi...
Bir ev eşyasını alamadığı için üzülen yeni evlenen bir çifte muttali olur olmaz, aylardır biriktirdiği parayla zor şer aldığı o ev eşyasını hiç düşünmeden hediye edecek kadar zengin.
Ve annem hep şükür içre yaşadı, tıpkı babam gibi.
Akif abim, "Borç alarak kurban kesen her Müslümanın modern paradigmayı çökerttiğini göremeyenler ondaki bayram idrakini de anlayamaz..." demişti...
Son yıllarda çocuklardan saklıyorlar kurbanlıkları. Kurbanlardan geriye ne kalıyor bilmiyorum, etten başka!
Oysa annem, Kurban'ın ancak kurbanlık koyunla özdeşlik kurmakla idrak edileceğini bize ihsas ederdi. Tıpkı Sezai Karakoç'un o şiirindeki gibi:

"saatlarını çabuk tüket ey ulu gece
kurban bayramıdır en derin bayram bence
kur'an dinlemiş ve ondan boyun eğmişlerdir sanki
yaşamın sırrına bizden önce ermişlerdir sanki
kendilerini bir ses uğruna kurban vermişlerdir sanki
ölmeden önce ölümden sonrasını görmüşlerdir sanki
dağlarda yankılanmışlar derelerde ağarmışlardır sanki
düşlerinde mekke'ye varmışlardır sanki
saatlerini çabuk tüket ayını ve yıldızlarını yak ey gece
bizim kalbimizde kurbanlar kesilmeden önce..."

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA