Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Dünyanın en güzel manzarası.. İnsan!..

20 Mart'ta kapanmışım eve.. Bilgi İşlemden İlyas kardeşim gelmiş. Yazı sistemimi evde kurmuş. 24 Mart Salı günü, evden yazdığım ilk yazım köşede yayınlanmış..
O gün, bugün evdeyim.. Evdeydim..
Aşağı yukarı 80 gün sonra, bir akşam, çarşamba akşamı ilk defa insan içine çıktım..
Sevgili dostum Erol Kaynar, ki, 1980 sonunda İstanbul'a geldiğim günlerden beri, 40 yıldır arkadaşımdır, öğle üzeri telefon etti.
"Sana Cafe de Paris yolluyorum" dedi. Karantina günlerinde sık sık yemek yolladı bana.. Ama Cafe de Paris başka.. Erol onun sosunu kendi yapar ve formülünü kimseye vermez.
Müthiş bir lezzettir çünkü..
"Yollama" dedim.. Şaşırdı.. Nasıl şaşırmasın, hem de Hıncal, hem de en sevdiği Cafe de Paris'yi geri çeviriyor. Hem de Erol'un özel, sır soslu Cafe de Paris'sini..
"Çünkü ben geliyorum" dedim..
Bu defa daha çok şaşırdı ama bu defa sevinçten..
Başkan açıklamıştı. Karantina yasakları hayli yumuşamış, restoranlara gece 12.00'ye dek izin çıkmıştı.
65'ten yukarı olanlara da 8'e dek dışarıma kalma..
Ben 81 yaşındaydım ama, "Gazeteci" olarak kalabilirdim..
Minibüse bindim. Caner'e "Yavaş sür" dedim..
AK Merkez'e ilk defa görüyor gibi bakıyorum.. Nispetiye'den çıktık, Barbaros Bulvarı'ndan iniyoruz.
Nasıl büyük bir hazla bakıyorum, yüzlerce defa gezdiğim bulvara.. Fatih Sultan Mehmet İstanbul sokaklarına atını ilk defa sürdüğünde bu zevki almıştır herhalde..
Akaretler Yokuşu.. Teşvikiye Caddesi.. Atiye Sokağı'nın önünde arabadan indim. Atiye Sokak trafiğe kapalı.. Yürüyeceğim..
İndiğim yerde House Cafe var, kaldırım masalarıyla.. İnsanlar oturmuş.. İnsanlar.. Neşeli insanlar..
Sokağa girdim. İki yanda gene kaldırım masaları.. Gene insanlar..
Yürüyorum.. Karşıdan gelenler var.. İnsanlar geliyor..
İnsanlar geliyor, geçiyor..
Salomanje'nin önünde Erol karşıladı..
"İçerde mi, dışarıda mı" diyerek..
"Tabii dışarıda" dedim..
Çünkü dışarıda insanlar var..
Önümden geçen insanlar.. O yana, bu yana giden insanlar..
Ortaköy'ü Ortaköy yapan büyük belediye başkanı, Ortaköy çocuğu Ayfer Ağabeyim (Atay), denize karşı düzenlediği çay bahçelerinde, en önde bir masa ayırmış ve "Bu masa Hıncal'ın" demişti. "O fahri Ortaköy hemşerisi..
Geldi mi, burada oturacak.." Ertekin, Ortaköy'ün tam girişi, adeta Nizamiyesinde dükkan açana dek oturdum da.. Sonra bir daha beni deniz kenarında gören olmadı..
Çünkü benim manzaram, deniz değil, "İnsan", hep.. Nizamiye'de oturunca, Ortaköy'e gelen, giden bütün insanlar önümden geçiyor. En sosyetiği, Esma Sultan'a giden smokinli, abiyelisinden, gece konduda yaşayanına..
Afrika'nın Nijeryalısından Güney Afrikalısına, Doğunun en uzağı, Japonundan Korelisine..
Amerikalısından Rusuna..
İsraillisinden, Arabına, Hintlisinden Azerisine insan..
Her yerden, her çeşitten insan görmekten güzel manzara mı olur?.
Kıtlıktan çıkmışlar, ziyafet sofrasına nasıl bakarlarsa, öyle bakıyorum Atiye sokakta akan insan ırmağına..
Ve hayır..
Gazetelerin birinci sayfalarına manşet yaptıkları o korkunç sahneler yok..
Önümden geçenlerin hemen hepsi maskeli.. Hemen hepsi mesafeye dikkat ediyor..
Tabii ayni evde yaşayanlar el ele bile tutuşmuşlar. Niye tutuşmasınlar.
Ayni yatakta yatan, sokakta 2 metreden niye yürüsün ki?.
Onlar insan.. Ben de insan gibi düşünüyorum, insana bakınca..
Kuralı ve makulü ayırd ediyorum, o zaman, fitne yaratma yerine..
Cafe de Paris'mi hızla yedim inanın.. Gözümü masadan alıp sokağa çevirme, o nefis et yerine "İnsan"a bakmak için..
Bir bira söyledim, Erol şaşkın şaşkın bakarken, "Şerefe" dedim.. "İlk defa insan içine çıkmamın şerefine" diye kaldırdım bardağımı.. Sonra artık nerdeyse dünyada bulunmaz olan, "En keyifli gün" için sakladığım Behike puromu çıkardım, yaktım..
İnsanlarım, biram ve purom!.
Bu ne mutluluktur..
"Şükürler olsun Tanrım" diye mırıldandım içimden.. "Şükürler olsun.."

*

Karantina günlerinde yapayalnızken de mutlu, keyifli ve sağlıklıydım..
Biliyorsunuz. Hep yazdım..
Atiye Sokak'taki akşamda da mutluydum..Neden?.
Bu satırları yazarken, Caner elinde bir kargo ile geldi.
Üzerinde Sevgili Özer'in, Özer Saraçoğlu'nun kartı ilişik.. Gene güzellikler göndermiş bana Antalya'dan.. Kartı çevirdim..
Üzerinde çok iyi bildiğim bir laf yazılı..
"Tanrım bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etme gücü, değiştirebileceğim şeyleri değiştirme cesareti ve bu ikisi arasındaki farkı anlayabilme sağduyusu ver."
İyi biliyorum. Çünkü söyleyen "Bir Çift Yürek" yazarı, dostum, arkadaşım, kardeşim Marla Morgan.. Türkiye'ye 18'inci baskı yapan kitabını imzalamak için geldiğinde tanışmış ve öyle kaynamıştık ki, Londra'da Hüseyin kardeşimin (Özer) konuğu olarak 15 gün tatil yapmıştık, birlikte.. O Amerika'dan gelmişti, ben Türkiye'den..
"Karantina ve kapanmak" değiştiremeyeceğim bir şeydi. Kabullendim. Kabullenince, her şey kolay oldu.. Değiştirebileceğim şeyler için nasıl yürekle savaştığımı okurlar bilir.. İkisi arasındaki farkı da hep bildim, sağ duyum sayesinde..

*

Yazım aslında bitti, ama noktayı koyarken, Kurtuluş Lisesi'ndeki Matematik hocam geldi aklıma.. İbrahim Bey..
Gazetecilik mesleğinde ilerlememi sağlayan onun bize öğrettiği sağlam matematiktir. Mesleğin sırrıdır matematik.. Yazını öyle yazacaksın ki, başından sonuna matematiksel bir mantık içinde kalacaksın.. Şimdi İbrahim Hoca'nın bize öğrettiği gibi, yukardan beri yazdıklarımı "İnsan" parantezine alsam.. O kadar çok insan sözcüğü kullanmışım ki.. "İnsan" ı bir parantezde ayırsam, yazı nerdeyse yarı yarıya kısalırdı, matematik olarak.. Ama benim için, Hıncal için, İnsan'ı aldın mı, geriye de bir şey kalmazdı!.

***


Eloğlu duyar, Kardeşin duymaz!..

TRT2'de harika bir konser izledim..
Bursa Senfoni'nin 20. Yıl Konseri imiş. Eski tabii. Bant.. Ama TRT2'yi gene kutlarım. Karantina günlerinde bize böyle güzellik ve duygusallıklar yaşattığı için..
Bursa'da senfoni var.. Kaç kentimizde senfoni var!..
Müzika-i Hümayun'u daha Kurtuluş Savaşı devam ederken Ankara'ya taşıyan ve ahşap bir binada Musiki Muallim Mektebi açıp, hepsini oraya hoca tayin ederek, kültüre ve sanata verdiği önemi dosta düşmana gösteren Mustafa Kemal'in konservatuarından doğdu bu senfoniler..
İlk senfoni Ankara'da kurulurken, Gazi Yunan'la savaşıyordu. Bursa da Yunan işgali altındaydı.
Güzelliğe bakar mısınız, O Bursa'nın Senfoni Orkestrası, O Bursa'nın Atatürk Kültür Merkezi'nde, kuruluşun 20. yılını, "Türk/ Yunan" temalı bir konserle kutluyor.
Orkestradan Yunan Dansları dinliyoruz.
Sonra Yunanistan'dan bir buzuki ustasına eşlik ediyorlar.
Sonra Zafer ve Tuncer'le "3 Bas" programlarından tanıdığım Teyfik (Dikkat, bu hata çok yapılıyor. Teyfik de kızıyor, bilesiniz. Adı Tevfik değil.) Rodos geliyor. Orkestra ona da çalıyor.
Sonra alkış kıyamet. Yunanlı buzikici ile Teyfik beraber.. Buzikicinin önünde nota bile yok.. Ezberden çalıyor, Zülfü'nün yanık şarkısını..
Yanıklığını en iyi ben bilirim..
12 Eylül sonrası.. Askeri yönetim.
Zülfü İsveç'te sürgünde.. Şarkıları ülkesinde nerdeyse yasak, ama Yunanistan'da gümbür gümbür çalınıp söyleniyor..
Ben, Erkekçe'de kapak konusu yapıyorum.
"Ege'nin iki yanında Zülfü var!."
Zülfü, Yunanistan'a geliyor. Maria Farandouri ile "Karlı kayın ormanı" söylüyor.. Söylerken de bir şarkıyı da orda, o duygularla yazıp söylüyor işte..

"Susarlar sesini boğmak isterler
Yarımdır kırıktır sırça yüreğim
Çığlık çığlığa yar geceler
Kardeşin duymaz eloğlu duyar
Aç yüreğini bir Merhaba'ya
Kardeşin duymaz, eloğlu duyar."

Teyfik bu dörtlüğü söyledikten sonra, Rumca dörtlüğe geçiyor..

"Sirma ki allo sirma kai hondro giali
Matose o ilios tin anatoli
Kles ki anastenazis, lefteria fonazeis Ma i elpida mavro apiasto pouli.."

Buziki ustası, niye notasız çalıyor, türkümüzü anladınız değil mi?.
Biz Ege'nin iki yanında iki kardeş milletiz de ondan..
Kardeşten yakın..
Politikacılara bakmayın siz.. Hepsine değil, bazılarına..
İngilizlerin gazına gelip İzmir'e Yunan Ordusu'nu çıkaran Venizelos'tu..
Sonra Mustafa Kemal Atatürk'ü Nobel Barış Ödülü'ne aday gösteren de ayni Venizelos, değil miydi?.

***


Dört sesli "Muhteşem" Ezan!..

Hıncal Ağabey'imle program yapmanın tadına doyum olmaz. Hani insanlar vardır, "Sen ne istersen yapalım" tarzı nezaket şablonlarıyla topu size atarak düşünme zahmetinden kurtulurlar.. Tam tersi.. Sormaz bile! Neyi sevdiğinizi, nereye gitmek istediğinizi bilir zaten! O gün beş ayrı program yapmışsa, beşini de gittiğiniz yerin kapısında öğrenirsiniz.. Söylemez! Programlar sürprizdir.. Tıpkı geçen cuma gibi.. Hava harika.. Saat yarıma doğru gazeteden çıktık..
Ver elini Sultanahmet..
Programın bu bölümünü biliyorum, çünkü Four Seasons'a davetliyiz.. İddia üzerine Şef Giancarlo, ağzına balık sürmeyen Hıncal Ağabeyime, eliyle yaptığı balığı yedirecek..
Ama önce bahçede oturup öğle ezanını, otelin duvarlarında yankılanan o müthiş dört sesli ezan kanonunu dinleyeceğiz.
Havalar soğumadan, bir cuma günü bu muhteşem şölene mutlaka tanık olun..
Dört büyük camide onar, on beşer saniye ara ile başlayan ezan.. Biri tenor, biri bas dört değişik müezzin..
Böyle bir ezanı dünyanın başka yerinde dinlemek mümkün değil.. Eşsiz bir musiki..
Benzersiz bir huşu duygusu..

*

Kızkardeşim Serpil, 8 Ekim 2004'te yazmıştı bu satırları, köşemde.. Sonra kaç cuma gittim, dostlarıma da dinletmek için, Four Seasons bahçesine öğle yemeğine, sırf bu "Dört Sesli" muhteşem ezanı, huşu içinde dinletmek için.. Başta Süleymaniye ve Sultan Ahmet, dört camiden ezan sesi gelir oraya..
Dün Mevlüt Tezel'in "Ezanı artık her caminin kendi müezzini canlı okuyacak, ne güzel" dediği yazısını okurken hatırladım, o günleri...
Hala öyle mi bilmem.. Ezanın güzelliği minareden müezzinin dönerek okumasında..Arkaya yürürken ses azalır, öne gelirken yeniden yükselir.. Doğal fade outlar.. O harika insan sesine, ses düzeninin cızırtı ve parazitleri karışmaz..
İnşallah öyle olur Mevlüt.. Olur da bir cuma, Sultan Ahmet Meydanı'na, ezan dinlemeye gideriz, beraber!.

***


SEVDİĞİM LAFLAR
"Tanrım bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etme gücü, değiştirebileceğim şeyleri değiştirme cesareti ve bu ikisi arasındaki farkı anlayabilme sağduyusu ver"
Marlo Morgan (Teşekkürler Özer)

TEBESSÜM
Patron o gün işe başlayan yeni memuru yanına çağırdı..
"Biz bu iş yerinde temizliğe çok dikkat ederiz" dedi. "Sabah içeri girerken ayağını paspasa sildin mi?."
"Tabii sildim, efendim" dedi, yeni memur.
"Bir numaralı ilkemiz de doğruluktur" dedi, patron.. "Kapımızda paspas yok!."

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA