Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Maçı yönetemediği için ‘idare eden’ hakem!..

Önce maçın hakemini yazmak isterim.. Atilla Karaoğlan, bir hafta evvel gene Fenerbahçe maçına atanmıştı. O maçın ardından "Kayseri'yi 4 golle yenen Fener'in aslında hakem desteğine ihtiyacı yoktu" diye yazmıştım.
3 elit hakemi temizleyen Merkez Hakem Komitesi'nin aldığı karar, Tahkim Kurulu, yani yargı tarafından bozulmasına rağmen, adını bilmediğim başkanı (Öğrenmeye de niyetim yok), bozma kararını uygulamayacağını anında açıklamış, TFF Başkanı Nihat Özdemir ise susmakla yetinmişti. Sonra istifa etti, biliyorsunuz.. Gene hiçbir açıklama yapmadan..
..Ve o yargıyı hiçe sayan MHK Başkanı, "Hakem formasının altına gizli Fener forması giymişti" dediğim Karaoğlan'ı hatırladığım Süper Lig tarihinde ilk defa, ayni büyük takımın maçına arka arkaya atadı.
Tersi olsa, ikincisi derbi ayni hakem iki maç arka arkaya Galatasaray'a atansa, hafta boyu medya kıyamet koparırdı. Tık çıkmadı, tarafsız(!) Türk spor medyasından..
Gene geçen hafta yazdım. Galatasaray-Karagümrük (2-0) maçını yöneten Ali Şansalan da formasının altına, Galatasaray forması giymişti. Hele 13 elit hakemin tasfiyesinden ve bu tasfiyede kimlerin başrol oynadığını Bursa'daki sağır sultan bile duyduktan sonra, kalan maçlarda hakemlerin Trabzon, Fener, Galatasaray ve Beşiktaş formalarını, aynen bu sıra ile giyeceklerini de ayni yazıya eklemiştim. Hepsi mesajı aldı çünkü..
Karaoğlan, lig bitene dek artık tüm Fener maçlarını yönetirse şaşmam.. Şaka etmiyorum. Nihat Özdemir'in başını belaya sokanların hepsi şu anda, başta vekil Başkan Yardımcı olmak üzere federasyonda iken, Trabzon birinci, Fener ikinci olur. Başakşehir de ilk dörde, yani Avrupa sıralamasına girer.



Ne demek istediğimi anlıyorsunuz değil mi?.
Niye, takım futbolu da, bireysel şovu da az, ama adı Fener-Galatasaray olduğu için her zaman heyecanla izlenen derbiden değil de, hakemden başlayarak konuya girdim..
Çünkü, genelde birinin ak dediğine öteki kara diyen iki ülkenin en popüler iki hakem eleştirmeni Erman Toroğlu ile, Ahmet Çakar, belki de ilk defa bir hakem konusunda, hem de başlıklarında anlaştılar.
Çakar "Karaoğlan'ı çok beğendim" diye başlık atarken, Erman Hocam "Tıkır tıkır maç yönetti" dedi..
Hayır Erman Hocam "tıkır tıkır" maç yönetmedi.. "Tıkır tıkır idare etti.." İşte, sosyal medyada dolaşan ve bu yazının başına oturmadan yarım saat önce benim cebime de gelen, 55'inci dakika görüntüsü..
Hem de sarı kartı olan Marcao, Fener kontratağında Mert Hakan'ın önüne çift ayak dalıyor.
Dalış ölçüsüz ve şiddetli (yoruma göre). Mert Hakan koşarken önüne gelen çift ayağa takılıyor.. (Ya da ayağını bilerek takıyor. Yoruma göre).
Mert Hakan'ı görüyoruz görüntülerde..
Çığlık atarak yere uçuyor.. Yerde tam beş tur dönüyor. Nihayet durduğunda bir eli ve bir ayağı ile çimleri dövmeye başlıyor.. Yani Mert Hakan ölüm halinde..
Hakem iki hareketi de Galatasaray lehine yorumluyor.
Yani Fener lehine faul çalmıyor, oyunu devam ettiriyor. Faul çalsa, pozisyon, hem ölçüsüz ve şiddetli dalıştan, hem de gelişmekte olan bir kontratağı kesmekten iki defa sarı kartlık. Yani faul düdüğü çaldın mı, sarı kartı da çıkaracaksın. Oysa Marcao'nun zaten sarısı var. Olacak kırmızı.. "Devam" yorumu açıkça ondan değil mi?.
Peki devam ettirdin. Oyun devam ederken, Mert Hakan da beş tur attığı yerde eli ve ayağı ile çimi dövmeye devam ediyor. Oyun durur durmaz da, o ölmekte olan adamı fevkalade başarılı oynayan (Erman Hocamın deyişi ile "Artist") Mert Hakan, sanki saniyeler önce ölen kendisi değilmişçesine ok gibi fırlıyor yerinden. 50 metre ötedeki hakeme de ok gibi koşup, el kol hareketleri bir yanda, bağırıp çağırma bir yanda itiraz ediyor.
Düşmesi ve ardından çığlık çığlığa yerde dönmesine düdük çalmayan Karaoğlan'ın yorumu "Faul yok.." O zaman Mert Hakan, hem de fevkalade abartılı hakemi aldatma teşebbüsünde. Cezası sarı kart..
Uzun uzun yerde çırpınırken, oyun durur durmaz ok gibi fırlaması ve sprinter hızıyla koşması, sahtekârlığının itirafı.. Sarı kart.. Hakeme o şekilde, hem de 40 bin Fener seyircisi önünde, sert el kol hareketleri ve bağıra çağıra, uzun uzun itiraz etmesi sarı kart. O itiraz şekliyle seyirciyi hakem aleyhine tahrik etmesi, o da sarı kart..
Ama Karaoğlan, hakem değil, ruh doktoru.. Bu yeni âdet oldu. Hakem, kartını ve düdüğünü kullanır.
Oyuncu ile dakikalar boyu konuşup dert anlatmaz..
Avrupa liglerinde böyle anlatma sahneleri var mı?.
Neden bizde var?.
Çünkü bizde hakemler maç yönetmiyor, idare ediyorlar.
Karaoğlan maçı yönetse, ya Marcao ikinci sarıdan kırmızı görür ya da onun yaptığı faul değilse, seyirciyi hakem aleyhine çıldırtmak için önce, dedim ya sosyal medyada görüntüsü var, dakikalar boyu artistlik yapan, sonra da fırlayıp sahanın yarısı mesafesindeki hakeme, 100 metre yarışçısı gibi koşan ve nerdeyse gırtlağına sarılan Mert Hakan'a, sahtekârlıktan bir, itirazı abartmak ve uzatmaktan iki, o pozisyon içinde iki sarı ve kırmızı çıkarırdı.
Bir sarı bile çıkartamadı. Marcao'ya çıkartamadığını biliyordu, çünkü..
Maç boyu çalmadığı düdüklerin, çıkartamadığı kartların etkisi altında kaldı, Karaoğlan.. Başta Marcao ve Mert Hakan, iki taraftan en az ikişer oyuncu atılmalıydı. 7 sarı kartı cart diye çıkardı karşılıklı.. Ama ikinci sarıyı ya da direkt kırmızıyı çıkarmaya cesaret edemedi.
Yani, Sevgili Çakar, Sevgili Erman Hocam, maçı yönetmedi. İdare etti..
90 dakikayı birlikte izleyelim, eski günlerdeki o müthiş Kenan Onuk yapımı (Işıklar içinde yatıyor) Kale Arkası'nı, bu maç için tekrar edelim mi?.
İkiniz de hakemi beğendiğinize göre, programda ayni görüşte iki hakemin olmasında mahzur yok çünkü..

***


ALLAH'TAN FENER DE KÖTÜYDÜ!..
Tarihin en kötü Barcelona'sını yakaladığı halde geçemeyen Galatasaray, 40 bin ateşli Fenerli seyirci önünde, beşlik olmadı ise, dua etsin.. Oysa, tıpkı Barcelona gibi, Fener de tarihin en kötü öten Kanarya'sıydı..
İki takımın da yanlışı hocalarındandı.
Domenec denen hazret, söylemekten dilimde tüy bitti. Okuma yazması yok.. Yani maçı okumayı bilmiyor..
Hani ilkokul çocukları hece hece okurlar ya.. Öylesi.. Ağır ağır.
Yetmedi. Nihayet okuduğu zaman da o an müdahale etmiyor.. Bu defa da değişiklik yapmak için adeta skorda, aleyhine değişiklik olmasını bekliyor..
Fener 1-0 galip..
Oyuna harika bir hücum taktiği ile başlayan ve golü bulan İsmail Kartal, o gol attıkça coşan Fener'i bir dizginledi ki, inanılmaz..
Galatasaray bir şey yapamıyor. Fener de yapmıyor.. Vakit geçiriyor, alenen resmen..
Oysa gole kadar gördük. Domenec, 14 haftadır Süper Lig'de, ama hiç Fener maçı seyretmemiş sanki.. Fener'in kuvvetli yanı forveti.. Zayıf yanı savunması..
Hemen bütün takımlar, Fener'in adından korktukları için savunma yapıyor ve çekiliyorlar.
Yani oyunu Fener'in istediği sahada oynayıp ekmeğine yağ sürüyorlar.
Domenec de ayni hatada.. Hücum presle oynayan Fener önünde Muslera oyunu altı pası içinde paslaşarak başlatıyor. Daha santraya gelmeden Fenerliler kapıyorlar, hadi gol akını.. Ya da Fenerliler kapmasın diye iki geri pasla top tekrar Muslera'ya.. Bunu kenarda on defa görüyor ama, okuyamıyor ki tahtada Gomis "Muslera bana top at" yazıyor ama hocanın okuması yok ki..
Böyle aptalca oynayınca Galatasaray, Fener, golünü çalışmış olduğu arka arkaya ayni pozisyonun ikincisinde atınca anlaşıldı, ama Domenec o müthiş sağ kanat hücumlarını çözemedi. Öyle ki ikinci yarıya da "Her şey yolunda" dercesine ayni 11, yani oyunla başladı.
İkinciyi ve ardından gelenleri yemedi, 5'lik olmadı ise, gitsin İsmail Kartal'ın maç sonunda yaptığı gibi yanağını değil, elini öpsün..
Kartal, galip Fener'in Galatasaray'ı ezen hücum presli oyununu bozdu, takımını kendi yarı sahasına çekti ve Galatasaray'ın bu defa Fener'i ezmesini kabullendi. Ama Galatasaray geçin gol atmayı pozisyon bile bulamıyordu.
İkinci yarıya ayni 11'le çıkan, kapanmış Fener önünde 60'a dek pozisyon bulamayan Domenec'in neden oyuncu değiştirmediğini tartışmaya başladı, bizim maç ahalisinin Galatasaraylı olanları..
"Boşuna tartışmayın. Gol yemeden müdahale etmez" dedim.
68'de benim senelerden beri, "Bu adam iyi kaleci değil. Kurtardığı gollere bakıp karar vermeyin. Galatasaray onu euro milyoneri etti. Tabii kurtaracak.
Kurtarmak görevi. Siz yediği gollere bakın" dediğim (Maç öncesi sohbet ederken de bizim ahaliye dedim..
Demez olaydım) Muslera, yumuşacık gelen topu iki elinin arasından kaçırdı. Tam da üzerine gelmişti üstelik.. Kerem'in ayni mesafe ve açıdan gelen bomba gibi şutunu Altay çelerken..
68'de gol.. Beş dakika sonra değişiklik..
Cicaldao dışarı, Halil içeri..
Oysa oyuna Halil'le başlamalı.. Gomis (Ya da Mustafa Muhammed) önde, Halil arkada.. Bak o zaman nasıl bir hücum gücü kazanıyor Galatasaray..
Cicaldao, Taylan ve Berkan'dan kurulu orta saha, hem fizik, hem teknik açıdan yetersiz.. Bu takıma sağlam bir ön libero lazım ki, rakip, orta sahayı babasının otlağı gibi rahatça geçmesin.. Elde tam bu yer için biçilmiş kaftan Alparslan var..
Göztepe'nin en iyisiydi. O gitti, şu anda 55 gol yemiş durumdaki Göztepe küme düşüyor..
Bu adamı Galatasaray yok farz etti.
Domenec denemedi bile.. Okuma yazması yok ki adamın..
..Ve İsmail Kartal, bu defa her türlü riski alan Galatasaray'ın üzerine de gidemedi. Tam tersine 2-0'ı koruma değişiklikleri yaptı. Galatasaray 1 atsa, belli, beraberlik, hatta vakit kalırsa galibiyet golü bile gelecek, ama Kartal öyle panikte ki, Galatasaray bir "6 Kasım" daha yaşamadı..
Özet..
İki hoca da sınıfta kaldılar. Maçın 3. hocası hakem gibi..

***


VE GALİP ELÇİ DE...
"Hayattaki en yürekten dostun kimdir" deseler, tereddüt etmez Galip'i gösterirdim.. Yahu bir insan bu kadar mı vefalı olur?. Dostunu, hiç ama hiçbir karşılık beklemeden bu kadar mı sever, onun mutlu olmasını bu kadar mı ister?.
Galip Elçi'den söz ediyorum.. Biz salı yemekleri gurubu arasında adı Taşçı Galip'ti..
Kemerburgaz'ın oralarda, park, bahçe peyzajlarında kullanılacak en güzel, en kıymetli taşları sadece Türkiye'nin değil, dünyanın 4 bir yanından bulur getirirdi.
Benim bahçem Galip'le dolu.. Neresinde olsam, neresinde görsem Galip'i görürüm.
Aramızda anlaşmıştık.. Ben gidip bir şeyi beğenir alırsam, çok ama çok makul bir dost indirimi kabul ederim, o kadar.. Ama içi razı olmaz.. Bir gün bakarım bahçede hoş bir taş süs..
"Bu ne?."
"Efendim Galip Bey göndermiş.."
Kafasından, "Bu Hıncal'ın bahçeye yakışır" dedi mi, çare yok..
Son yılları kötü geçirdi. Kanserdi, hasta ve yorgun olduğu belliydi ama, salılara gelirdi. Pandemiyle salı toplantıları bitti. Ara ara telefonla konuşur olduk.
Sesi giderek yorgunlaşıyordu.
Sonra cumartesi akşamı Ali'den mesaj.. Kocatepe.. "Galip'i kaybettik."
Sonra ses yok.. Ses yok.. Ses yok.. Ben aradım.. "Cenaze ne zaman?" diye..
"Bu öğlendi, ben gittim.. Kaldırdık.."
"Yahu niye haber vermedin?:"
"Üzülürsün" diye..
"Gecenin bir vakti arayıp 'Öldü' demek üzmüyor da cenaze saatini öğrenmek mi üzüyor, Ali?."
Kapattım telefonu.. Bu harika dosta bir "Hıncal" bir "Salı Gurubu" çelengi bile yollayamadık..
Hayatımın güzelliklerini borçluyum zaten Galip'e.. Şimdi iki de "çiçek" eklendi..
Işıklar içinde yat Galip.. Başınız sağ olsun Elçi Ailesi ve tüm dostları..

***


CEM SANCAR!..
Kötü derbi bugün size güzel şeyler yazmamı engelledi.. Yerim kalmadı çünkü.. O zaman size çok ama çok keyifli bir yazı tavsiye edeyim. İnternete girin.. "Bir gün belki hayattan Cem Sancar" yazın, karşınıza çıkan yazıyı okuyun
Ben Pazar ekimizde okudum. Hele 50'li yaşların üzerindeyseniz, hele hele Bakırköy civarlarında İstanbullu iseniz, mest..
Eline sağlık Cem..

***


TEBESSÜM
"Kızgın olduğum zaman, aybaşım tuttu zannetme. O zaman ben de seni salondaki divanda uyur görürsem 'Öldün' zannederim ve götürür, bahçeye gömerim."

***


SEVDİĞİM LAFLAR
Gelip gelmeyeceğinizi bilmediği halde, oturup bekleyen yegâne dostunuz köpeğinizdir. Onu bağrınıza basın. Anonim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA