Türk Tasavvuf kültürünün yaşayan en önemli isimlerinden Ahmet Özhan, yeni bir kitapla okurlarını selamladı: Ses Söz Sevgili... Musikideki yetkinliğini edebiyatta da sürdüren Özhan'la gerçekleştirdiğimiz söyleşide kitaptan yola çıkarak sesin sahibini sözle aradık. Özhan, "Sevgiliye ulaşmak için sese ve söze ihtiyaç var. Biz de bu kitapla sesimizi kullanıp, onu söze dönüştürüp sevgiliye ulaşmaya çalıştık" diyor.
- Kitabın adıyla başlayalım. Ses kimin, söz ne için, sevgili kim?
- Ses fiziki bir frekans gibi duruyor ama varlık sistemi içerisinde varlıkların birbirleriyle anlaşabilmeleri için gerekli olan fiziki bir yapı. Bu fiziki yapıya metafizik bir anlam yükleniyor. İletişim için ses şart, çünkü çok etkili bir argüman. Söz ise bilginin ve olgunun aktarılabilmesi için mecburi. Onun için söz, bilginin somutlaşmış halidir diyebiliriz. Sevgili tabii kişiye göre değişir diyeceğim gerçi ama bizim anlayışımız ve yaşam biçimimizde sevgi tektir fakat rivayeti çoktur. Erkek kadını sever, kadın erkeği sever. Ebeveyn olurlar, çocuklarını severler. Bunlar sosyal ortamın icap ettirdiği sevgi çeşitleridir ama kaynak her zaman tektir. Sevginin sahibi olan, varlığı var eden, sevgiyi bütün yarattıklarına cömertçe vermiştir. Ama bunların hepsini başka bir sevgiye varmada, sevgi taşlarından atlayarak deryaya ulaşmada bir vasıta gibi düşünmek lazım. İşte ses, söz ve sevgili...
Sevgiliye ulaşmak için sese ve söze ihtiyaç vardır. Biz de bu kitapla sesimizi kullanıp, onu söze dönüştürüp sevgiliye ulaşmaya çalıştık.
- Kitapta bir okur olarak ilk dikkatimizi çeken şey "kendilik", "benlik" gibi kavramlara sıkça değinmeniz oldu. Bu kavramlarla ilgilenme sebebiniz nedir?
- Bugün dünyada galip olan ve iletişim alanında çok kullanılan tarz seküler bir düşünce biçimini önceliyor. Maddeyi özne olarak kullanarak bir alışveriş oluyor. Halbuki eşyanın bir de hakikati var. Peygamber Efendimizin "Ya Rabbi eşyanın hakikatini bize öğret" işaretinde gösterdiği gibi her şeyin tek bir varlığın sonsuz vecihlerle açığa çıkışından başka bir şey olmadığı bilinciyle kendini bilmek, ötekisizleştirmek gibi kavramlarla meseleye yaklaşmamız lazım. "Kendilik" dediğimiz aslında Cenab-ı Hakk'ın zatiyetindeki saf haline dönüşebilmek, beşeriyetin tozundan, kirinden, pasından, komplekslerinden, şartlanmalarından olabildiğince soyunarak, arınarak saf halimize gelebilmektir. O saf hale ulaşılıp, gerçek manada arınıldığı zaman Cenab-ı Hakk'ın maksadı, muradı tahsil edilebilir. Bizim kastetmeye çalıştığımız o.
TASAVVUF, NEFSİNİ BİLMEK HAKİKATE ERMEKTİR
- Şimdi siz konuşurken nefs kavramı da zihnimden geçti.
Yine kitapta hemen benlikten sonra gelen kavramlardan birisi.
Benlik ve nefs arasında nasıl bir ilişki var peki?
- Nefs iki anlamda kullanılıyor; biri hakikat demek. Gerçek anlamı o. Bir de kötülüğü emreden nefs diye tırnak içinde söylenen bir durum vardır. Nefsin yaptırımını insanın zehabı, zannı zannediyoruz. Oysa onlar nefsaniyetin insan üzerindeki etkisi.
Gerçek nefsin tanımı Resul-i Kibriya Efendimiz tarafından yapılmıştır zaten; "Nefsini bilen Rabbini bildi." Yani gerçek nefsimiz Cenab-ı Hakk'ın esma terkibinden, sıfatlarıyla muttasıf olmaktan ve zat platformunda açığa çıkmaktan başka bir şey değildir.
- Peki nefsimizi nasıl bileceğiz?
- Tasavvuf, insanın nefsini bilmesi, hakikatine ermesidir. Yani nefsi bilmek ontolojik bir meseledir.
İNSAN İMAN EDİNCE MUTLULUĞU BULUR
- İnsan dünyada huzur ve mutluluğu yakalayabilir mi?
Yakalar. Ancak Allah'a, kadere, meleklere, peygamberlere, kitaplara iman etmek; öldükten sonra dirilmeye iman etmek şartıyla. Ve bunları namaz, oruç, zekât, hac gibi disiplinler üze- üzerinden yaşayarak yakalar ancak. Dünya imtihan yeridir, amenna. rinden Ancak kadere iman ettiğin zaman bu acılar, beşer boyutunun acıları olarak kalır, minimize olur. Kitaba iman ettiğin zaman, eh doğrusu burada yazılıyor, benim hisseme ne düşüyor dersin. Yani netice itibariyle Allah'la arayı yaptığın zaman, hayıflanmak yok, mahzun olmak yok, dert yok, kasavet yok. Bunun çözülümü cennet- cennettir. Yol açık. Her kim merdane gelsin meydane... Kimde hüner varsa tir. çıksın bunları tatbik etsin. Hayıflanmadan, mahzunluktan kurtulsun. Ama öte yandan Resul-i Kibriya Efendimiz yavrucuğunun cesedi kucağında onu defne giderken gözlerinden yaşlar akıyordu. Dediler ki "Ya Resulallah niye sen bunu yapıyorsun? Bize bunları yasak et- ettin." Efendimiz dedi ki "Ben size saçınızı başınızı yolmayın, başınıza tin." topraklar atmayın, günlerce haftalarca ağlayıcılar tutup da bir ritüel icat etmeyin dedim. Yoksa gönüldeki yangını ancak gözyaşı söndü- söndürür, ben bir babayım" dedi. Beşer boyutunda yaşadığın müddetçe, rür, yani son nefesini vermediğin müddetçe namaz kılmaya mecbursun, oruç tutmaya mecbursun. Bunlardan soyutlanmak yok. Cennette bunların hiçbiri yok. Ama dünyada da cennet hayatı yok. Cennetin tarifi var, hafif hafif kokusu var dünyada fakat Cennet armudu yeri- yerine burada Musa Bey armudunu yiyebilirsin ancak. Oysa armudun ne hakikati, idesi cennette.
AŞK, ALLAH'I BİLMEK İÇİN VARDIR
- Kitaptaki yazılarınızdan birinin başlığından yola çıkarak sorayım; aşk neden yaratılış sebebimizdir?
Cenab-ı Hakk'ın kendisinde olan aşktandır. İlk yarattığı, kün emriyle var ettiği, Muhyiddin İbn Arabi Hazretleri'nin adlandırmasıyla Nûr-i Mu- Muhammedi'dir. Hakikati Muhammedi'dir. Ve hammedi'dir. bu aşktan ibarettir. Nûr-i Muham- Muhammedi ve onun hakikati ancak medi Allah'ı bilmek ve sevmek için var edilmiş olan bir aşk olgusudur. Onun en tepedeki temsilcisi Resulul-Resulullah Efendimizdir. lah Ondan sonra da onun izini, ismini sürdüren ashabı ve İslam dininin velileri-velileridir. Hepsi âşıktır. dir. İnsanların birbir-birbirlerini sevmesi dahi lerini Allah'ın kendilerini sevmesindendir.
HAYATIMA YÖN VEREN RAMAZAN
- Ses, Söz, Sevgili'de Ramazan hatıralarınız geniş bir yer tutuyor. Merak ettiğimiz şu, sizin zihninizde iz bırakan ilk Ramazan hangisiydi?
- Çocukluğumun Ramazanları zihnimde halen diridir. Kendimi bilmeye başladığımda gecenin geç bir vaktinde bütün evin ayakta olması ve sofranın kurulmuş olması, radyoda bir Kuran-ı Kerim sesi bulabilir miyim diye uğraşan babacığım falan. Tabii bu bana çok enteresan geliyordu. Ben de o seslerle uyanıp sofradaki yerimi alıyordum. Beş altı yaşlarındaydım. Sonra giderek, bilinçli olarak o sofranın bir elemanı oldum. Ve 1974 Ramazan'ında Rahmetli Ömer Tuğrul İnançer ağabeyim "Hadi seni bir yere teravihe götüreyim" demişti. Böylece onunla birlikte Karagümrük'e adım attım. Tabii o benden önce gitmişti vakfa. Türk Tasavvuf Musikisi ve Folklorünü Araştırma ve Yaşatma Vakfı'nda o muhteşem Enderun Usulü teravihi kıldığımız akşam... İşte benim hayatımdaki en belirleyici Ramazanlardır. Sonrasında tabii manevi merakımın tam manasıyla açığa çıkışı, tasavvuf ve tasavvuf müziği konusunda büyük bir deryaya ulaşmış olmam ve ondan sonraki çalışmalarımın ve hayat biçimlenmemin, sanatımdaki üretim çeşitliğinin zenginleşmesi adına o fevkalade önemli bir Ramazan hatırasıdır bende.
İLİM LAZIMDIR AMA ÇARE DEĞİLDİR
- Gündelik hayatta sıkça karşılaştığımız fıkıh temelli dini anlatım biçimi hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Buyurduğunuz dini anlama ve aktarma biçimi tamamen zahiri bir ilim platformudur. Zahiri ilim lazımdır ama çare değildir. Mutlaka tatbikatına ihtiyaç vardır. Tasavvuf bu ilmin sevdayla yaşanması anlamını taşır. Ve onun için insanlar üzerinde çok değerlidir, kıymetlidir ve tesirlidir. İlim, dertlerimizin hepsine çare değildir ama olması lazımdır. Yani bildiğini, anladığını artık müşahede eder, gözler hale gelmen lazımdır ki şahit olasın. Yoksa şahit olamazsın, şehid olamazsın. Sonra aynel yakîn olması lazımdır ki bütün izlediğin, gözlediğin, bildiğin, anladığın şeyleri yaşar hale gelesin ki kemalat olsun. Bunun için de özel bir sistematiğe ihtiyaç var. Buna da tasavvuf ıslahı diyoruz. Ama onda da akaid ilminin disiplinini uygulamadığınız takdirde yol kat edemezsiniz.
İKİSİ DE KOLAY
- Şarkı söylemek mi, yazmak mı hangisi daha zor?
Cenab-ı Hakk ilham ettikten sonra ikisi de kolaydır. Yazmak didaktik bir iş. Söylemek için ayrı bir estetiğe ihtiyaç var. Ayrı bir donanıma yani. Yani kulağın çok iyi duymasa da iyi bir besteci olabilirsin. Bilirsin Beethoven sağırdı ama müzikte harikalar yarattı. Kulak en ince detayları dahi duyar seviyede bir algıya sahipse işte o zaman güzel okunur. Yazı açısından peki? Yazı açısından bilgi yani orada hicaz makamını işlerken do'da diyez var bilgisi hicazı sana yazdırır. Ama kulak do'daki diyezi duymuyorsa orada detone olursun.