Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ATİLLA DORSAY

İki hayat, iki sanatçı, iki belgesel

Berlin - Festivalde bu yıl benim için en heyecan verici olay, ünlü müzikçi, 'Kalipso Kralı' Harry Belafonte ile karşılaşmak oldu. 1927 doğumlu, demek ki bugün 84 yaşında olan karaderili sanatçı, kendisi hakkında yapılan Sing Your Song (Şarkını Söyle) adlı belgeseli sunmak için Berlin'deydi. Gerçi ilk günlerdeki karışıklıktan filmi göremedim, ama nasıl olsa İstanbul'a gelecek. Buna karşılık basın toplantısında bir saat boyunca onu dinlemek her açıdan keyifli ve önemliydi. Keyifliydi, çünkü Belafonte benim kişisel geçmişimin önemli şarkıcılarından biriydi. Rock'n roll'un hemen ardından gelen, kökenleri Afrika'da, ama dalları özellikle Karaip adalarına, Latin ülkelere, Jamaica'ya uzanan bir müziğin kralıydı o... Day-O, Jamaica Farewell, Island in the Sun, Coconut Woman, Don't Ever Leave Me, Mamma Look-A Boo Boo gibi parçalarıyla bizi bir yandan neşelendirirken öte yandan hüzünlendirmiş, o fıkır fıkır ritmin ardında kara derililerin sömürülmesini anlatmış, ırkının davasına sözcülük etmişti. Kendisini şarkıcı, oyuncu ve eylemci olarak tanımlıyordu. Şarkıcılığı en çok bilinen yanı olsa da az, ama öz filmde de başarıyla oynamıştı: Island in the Sun, Odds Against Tomorrow, Porgy and Bess, Robert Altman filmi Kansas City'deki unutulmaz rolleri... Eylemci (aktivist) olarak ise yıllar boyu sol kanattan, ilerici, ırk konularında mücadeleci olmuş, siyahilerin ikinci sınıf sayıldığı ve zenci düşmanlığının doruklara yükseldiği yıllarda, sürekli kavga vermişti. Belafonte, idolünün bir önceki kuşaktan zenci şarkıcı-oyuncu Paul Robeson olduğunu söylüyor, onun öğüdünü hatırlatıyordu: "Önce şarkını söyleyip kabul ettir, fikir arkadan gelir." Bu slogan, onun hakkında kızı Gina Belafonte'nin öncülüğü ve deneyimli belgeselci Susanne Rostock'un çabasıyla yapılan filmin de adı oldu. Belafonte bizlere "Zenci olduğu için otobüse alınmayan kadının isyanı, 20. yüzyılın en önemli isyanlarından biridir," dedi. Eylemci olmanın 24 saat çalışmak demek olduğunu, ABD'deki mücadelenin Afrika'dan Hindistan'a birçok ülkeye örnek olduğunu belirtti. Obama'yı uzun zamandır gelen en zeki başkan ve Kennedy'nin mirasçısı olarak tanıttı. Marlon Brando ile birlikte drama okuduklarını, onun da iyi bir eylemci olduğunu hatırlattı. Vaktiyle Berlin ve Hamburg'da 30 bin kişilik stat konserleri verdiğini söyledi. O konuştu, bize de bir yandan gençliğimizi anarken, öte yandan bu 84 yaşındaki delikanlıya hayran olmak düştü. Festivalde izlediğim bir başka belgesel de Mama Africa adını taşıyordu. Bir dönemin ünlü sesi Miriam Makeba'nın yaşamı üzerineydi. Fin yönetmen Mika Kaurismaki'nin filmi, 1932-2008 arasında yaşayan Güney Afrikalı sanatçının hayatını çiziyordu. O da Belafonte gibi sanatını bir davaya adamıştı. 1959'da çevirdiği Come Back, Africa adlı, o dönemde yerli halkı ezen 'apartheid' politikasını eleştirdiği için ülkesine girişi yasaklanmış, o da ABD'ye yerleşip tüm dünyayı gezerek konserler vermiş ve tam bir dünya starı olmuştu. Bir zamanlar sahnede izlemiştim, ama nerede olduğunu çıkaramıyorum. Makeba sayısız plak doldurmuş, özellikle 1967'de yaptığı Pata Pata adlı parçasıyla tanınmıştı. Filmde kendi ağzından bu parçayla dalga geçtiğini dinlemek ilgi çekiciydi!... Onu ABD'ye getirenin Harry Belafonte olduğunu ve aralarında belki bir aşk yaşandığını da bu filmde öğrendik. Anavatanına ise ancak Mandela'nın hapisten çıkıp onu davet etmesi sayesinde, ancak 30 yıl sonra ayak basabilmişti. Onun tarihi, 20. yüzyıl insanlık tarihiyle atbaşı gitmiş özel bir tarihti. Ve bizzat Belafonte'yi izleyip sonra bu

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA