Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ATİLLA DORSAY

Dil, dilim, dilimiz

Güzelim dilim benim... İlk konuştuğumda ana babamın tepkisi ne oldu, elbette bilmiyorum. Ama daha ilkokulda (önce İzmir Karşıyaka'nın Cumhuriyet ilkokulu, sonra Galatasaray'ın Boğaz kıyısındaki ilkokul bölümü, şimdiki üniversite) Türkçeyi iyi konuşup yazmaya nasıl sıvandığımı, bu güzel dili tüm nüanslarıyla kavramaya çalıştığımı, çabaladıkça da inceliklerini, sözcüklerin çift anlamlılığını, deyimlerin bolluğunu, imaların zenginliğini görüp nasıl şaşırdığımı hatırlıyorum. Ve de ödüllerim arasında beni en mutlu edenini: 1979 yılında TDK-Türk Dil Kurumu'nun verdiği Basın Dil Ödülü. Nasıl unutabilirim? Günümüzde dilimiz değişiyor, gelişiyor. Kimilerine göreyse geriliyor. Birçok sözcük artık ya bilinmiyor, bilinse de kullanılmıyor, kullanılsa da anlaşılmıyor. Arapça-Farsça kökenlileri özel bir çabayla çıkardık. Ama ya yerlerine bir şey koyamadık ya da koyduklarımız yeterince benimsenemedi. Oysa dil canlı, yaşayan bir varlıktır. Kendi kendini temizler, yanlışlardan arındırır, doğru yolu ve çözümü bulur. Dil zorlamalara, empozelere, buyurganlıklara gelmez. Yeter ki biz onun doğal ve görkemli akışını yapay biçimde engellemeyelim. Öte yandan, gün geçmiyor ki yeni bir sözcük türemesin, alaylı biçimde ortaya atılmış olsa da çabucak yerleşip dilimize pelesenk olmasın... İşte siyasal bir konjonktür içinde ve o anın heyecanı çerçevesinde söylenen 'one minute'. Ki ünü sınırlarımızı aşıp dünyaya ulaştı ve modern Türk dış politikasının bir sembolü haline geldi... İşte bir parti başkanının seçim propagandası telaşı içinde söylediği 'püskevit'. Ve işte çok farklı bir örnek: Bir Türk 'Paris Hilton'unun Twitter hesabında hayranlarına seslenirken kullandığı ve kısa zamanda 200 binin üzerinde takipçiye ulaşan o büyülü kelime: Pampiş... Bunların çağdaş kültürümüz içindeki yerleri artık tartışılır mı? Hepsinin ortak bir noktası daha var: Hepsi için de gerekli makamlara başvurulup kullanım hakkı alınmış. Bildiğim kadarı, hiçbiri sahipleri tarafından değil... Hepsi de çok popüler olan bu sözcükleri ticari amaçlar için kullanmak isteyen açıkgözler tarafından. Ayrıca -ne derece doğru bilmiyorum- ünlü Yeşilçam deyişi, sanırım filmlerde Abdurrahman Palay seslendirmesiyle, Cüneyt Arkın tarafından üne kavuşturulan "N'ayır n'olamaz"ın da kullanım hakkı tescil ettirilmiş. Ne iyi işte, dilimiz gelişiyor ve zenginleşiyor diye sevinmek gerekmez mi? SABAH, geçen gün bir mini Türkçe Sözlük verdi: 9 bin sözcük içeren. Şöyle bir baktım da, birçok kelime var, olmayanlar olsa bile. Elbette TDK'nın o dev sözlüğü yanında sınırlı bir kaynak. Ama emin olunuz, günümüzde güzel dilimizi artık neredeyse birkaç yüz kelimeye indirgeyip konuşanlar öylesine arttı ki, bu minik sözlük yine de büyük işlev görüyor. Elinizin altından eksik etmeyin. Ve de son olarak Bloomberg kanalına birkaç söz. O güzelim Kelime Oyunu yarışmasını, tüm popülerliğine karşın kaldırdınız. Yerine daha az ilginç olan bir tür bilgi yarışması koyarak. Oysa bilgi yarışmaları her yerde var. Ama o program, dilimiz ve onun çok zengin sözcük hazinesi üzerine tek yarışmaydı. Ve zaman zaman yapılan kimi hatalara karşın, ciddi bir işlev görüyordu. Yazık...

EYLÜL DE GELİP GEÇİYOR
Eylül de geldi geçiyor. Ve yeni bir kış yaklaşıyor. Ama eylül yine, çoğu acı hatıralarla dolu geçti. Günlerin arasından iki tane eylül günü, hepimizi hatırlamaya ve düşünmeye yöneltti. Kaç yıldır olduğu gibi... Öncelikle, bizim tarihimiz açısından 12 Eylül 1980 yeniden hatırlandı, muhasebesi yapıldı, yorumları tazelendi. Ve anlaşıldı ki 30 küsur yıla karşın, sonradan ceberrut bir baskı dönemi yaratan bu askeri müdahele toplumda acı izler bırakmıştır ve artık kimse böyle şeyler istememektedir. Bu alanda Antalya festivalinin yapılamayan 1979 ve 1980 festivallerini, aynı filmlerle ve jürilerden hâlâ hayatta olanlarla birlikte toparlayıp yarıştırması ve ödüller dağıtması, benim bile ummadığım bir kamu ilgisiyle karşılaştı. Demek ki böylesine anlamlı anmalara ve yapılan yanlışların telafisine ihtiyacımız var. Biz diğer eylül günüyse elbette 11 Eylül 2001 idi. Ve o tarihte ABD'nin kendi evinde uğradığı eşi benzeri görülmemiş terör saldırısı çok şeyi değiştirdi, yeni yüzyılın en azından ilk 10-15 yılını biçimlendirdi. Sinemada da büyük değişimler yaratarak. Bu iki önemli tarihi, önümüzdeki ayın SİNEMA dergisinde ele almak niyetindeyim.

GÜLE GÜLE TAHA AKYOL
Bir yıldan çok oluyor, sevgili Sayım Çınar benimle Medyatava için yaptığı bir söyleşide, basında en beğendiğim beş kalemi sormuştu. Ben de söylemiştim. SABAH, Hürriyet, Milliyet ve Radikal'den isimler vererek... Tek kıstasım, bana her gün bir şeyler öğreten, ufkumu açan, yorumlarıyla gerçekleri daha iyi anlamama yardımcı olan yazarları seçmekti. Hangi dünya görüşünden gelirlerse gelsinler. O günden beri, önce sevgili Haluk Şahin, Radikal'i ve gazeteciliği bıraktı, köşesine çekildi. Şimdi de severek okuduğum Taha Akyol, Milliyet'ten ayrıldı. Yazıp yazmayacağı belli değil. Onları ve yakın zamanda mesleklerini kendi arzularıyla bırakan Ferai Tınç gibilerini öyle iyi anlıyorum ki. Gazetecilik dışardan çok hoş gözükse de, ömür törpüsü bir meslek. Yıpratıcı, stresli, belalı bir iş. Ki ben de zaman zaman ayrılmayı düşünmüyor değilim. Şimdi anladınız mı, niye seçtiğim o beş yazarın adlarını vermedim? Nazarımın değdiği apaçık. Bari diğerleri kurtulsun!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA