Türkiye'nin en iyi haber sitesi
METİN SEVER

Bir 'Ekşi' portre

Mahalle bekçilerini hatırlarsınız. Hava kararmaya başladığı anda kahverengi üniformalarıyla mahalleyi turlamaya başlarlardı. Gece boyunca sokak başında uzun düdük sesleriyle varlıkları hep hissedilirdi. Bazen babacan, bazen sert olurlardı. 'Devlet baba'yı temsil ettikleri için olsa gerek 'bekçi baba' idiler. Ama 'küçük iktidar' olmalarından kaynaklanan nedenlerle pek de ciddiye alınmazlardı. Sadece bir alışkanlığa dönüşmüşlerdi ki, tarih oldular. Her nedense Oktay Ekşi, bana hep bu mahalle bekçilerini hatırlatır. Yıllardır gazetesinin birinci sayfasındaki köşesinden mahalleyi izliyor gibidir. Gözlükleriyle kül yutmaz, bıyıklarıyla babacan bir hali vardır. Mahallede bir 'yaramazlık' gördüğünde hemen düdüğüne sarılır. Ordu mu eleştiriliyor: "Düüüüüüüüüt!" Laikliğin elden gittiğini mi düşünüyor: "Düüüüüüt!" 'Büyük iktidarı' korumakla görevli bir 'küçük iktidardır.' 'Bekçi Murtaza'dır. Mesela; devletin kirli çamaşırlarının ortaya dökülmesinden hiç hoşlanmaz. - Emekli Korgeneral Altay Tokat, Güneydoğu'da görev yaptığı 1995-1998 yılları arasında, bazı savcılara ve yargıçlara ne büyük bir tehlike ortamında görev yaptıklarını anlatabilmek için "Evlerinin yakınlarına birkaç bomba attırdığını," itiraf eder. Ekşi hemen düdüğüne sarılır: "Ne değişti de uzun süre kamu görevi yapanlar, o bildiğimiz 'eline, beline, dilene sahip ol' şeklindeki 'altın kuralı' yok saymaya başladı..." diye uyarır. - 1998'de Şemdin Sakık'ın 'askeri istihbaratta verdiği' ifadeleri gazetelerde yer alır. Sakık, bazı Türk gazetecilerin Öcalan'dan emir aldığını, para karşılığı röportaj yaptığını söyler. 'Görev adamı' hemen oturup Alçakları Tanıyalım diye bir yazı döşenir. "...PKK'ya destek veren gazeteci ve yazarlar... Keza 'dürüst gazeteci' veya 'sorumlu aydın' havalarında, bizleri arkadan hangi alçaklar hançerliyormuş, bilmeye mecburuz... Sıra kulaklarından tutup adalete gönderilmelerine veya kamuoyuna teşhir edilmelerine geldi..." "Kulaklarından tutup götürmek..." Tam bir 'bekçi amca' yaklaşımı değil mi? Devletle adeta özdeşleşmiştir. Gazeteciliğin temelinin kuşku duymak olduğunu hiç düşünmez. Ama kötü ketenpereye gelir. Çünkü kısa süre sonra Sakık'ın böyle bir ifade vermediği ortaya çıkar. Dönemin güçlü generali Çevik Bir, ifadeye eklemeler yaparak iki büyük gazeteyi kullanmıştır. 'Bekçi amca' da kullanılmıştır. Özür diler. Ama devlet algısı hiç değişmez. İşte son 1 Mayıs'tan sonra yazdığı yazı: ".....belirsiz kişilerce açılan ateş ve bundan kaynaklanan panik sonucu 34 insanımız öldü. Yüzlerce insan da yaralandı..." Aradan 33 yıl geçti. Artık katliamın devletin bazı kurumlarının işi olduğu (MİT, kontrgerilla ve tabii ki CIA) düşüncesi toplum vicdanında kabul görmüş durumda. Ama bunu söylemeye Ekşi'nin dili varmaz, kalemi gitmez. 'Belirsiz kişiler' ifadesiyle karartma yapmaya devam eder. Bazen içinde bulunduğu 'dar alandan' çıkmak ister. Medya patronlarının devlet ihalelerine girmesini yasaklayan RTÜK yasasını savunur. Ama patrondan uyarı gelince hemen susar. Bu olayı eleştiren Nazlı Ilıcak'a verdiği yanıt ise ibretliktir. "Bir gazetenin başyazarı, sütununda bireysel görüşünden çok gazetenin yayın politikasını yansıtır. Temel kural budur...." Eğer bu bir temelse, biline ki zayıf bir temeldir! Ve her geçen gün daha da çürümektedir. Nitekim, Sayın Ekşi'nin, Genelkurmay Başkanı'nın son sözleriyle ilgili açıklaması bu çürümenin son halkasıdır. Başbuğ, bazı gazetecileri "Hainlikle ve mütareke basını gibi davranmakla," suçluyor. Basın Konseyi Başkanı Ekşi, üstelik Dünya Basın Özgürlüğü Günü'nde şunları söylüyor: "Bu söz, bir kısım gazeteciler tarafından tepkiyle karşılansa da ifade özgürlüğü çerçevesindedir." İnsan, "Sayın Ekşi bizimle kafa buluyor galiba," diye düşünüyor. Kötü stoper'lar topu hemen taca atar. Ekşi gibi. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve tabii ki düşünce ve ifade özgürlüğü bireyleri, grupları korumak için ortaya çıkmıştır. Devletin, tankı topu olan bir kurumunun ifade özgürlüğünden söz edilebilir mi? Başbuğ kendi adına değil, devletin bir kurumu adına konuşmaktadır. TSK'nın 'ifade özgürlüğü' olamaz. TSK'nın ancak evrensel demokrasilerde yasalarla belirlenmiş görevleri vardır. TSK'nın görevi gazetecileri suçlamak değildir. O çocukların nasıl öldürüldüğü konusunda gazetecilerin sorularını yanıtlamaktır. Ben hicap sözcüğünü severim. O yüzden son cümleyi şöyle bitireyim: Sayın Ekşi, bu açıklamanız karşısında gerçekten hicap duydum.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA