Türkiye'nin en iyi haber sitesi
YÜKSEL AYTUĞ

Nasıl 'Saracoğlu kaplanı' olunur?

Kaderde Şükrü Saracoğlu'nun çimleri üzerinde kalecilik yapmak da varmış. Eh artık, gözüm açık gitmeyeceğim...
Formula 1 pilotlarına karşı Türk All Stars takımında yer almak beni fazlaca havaya sokmuştu.
Stadın altındaki otoparkın girişinde otomobilimin anahtarını görevliye uzatıyorum. Sanıyorum ki biri arabamı park edecek, bir diğer görevli çantamı soyunma odasına taşıyacak, ben de kırmızı halının üzerinde objektiflere poz vereceğim filan...
Görevli, "Abi şöyle arkaya doğru ilerle, çıkışa yakın boş yer bulursun" diyor. Garajın loş ışığına veriyorum tabii...
Yoksa All Stars'ın kalecisini nasıl tanımaz?
Büyük bir tevazu ile çantamı kendim sürükleyip soyunma odasına giriyorum. Herkesin adının yazılı olduğu forması, şortu, ayakkabısı, soyunacağı yere asılmış. Kaleci formalarına bakıyorum, birinde 'Zafer' diğerinde 'Can' yazıyor. Hayalkırıklığım giderek zirve yapıyor. Belli ki bizim takımın menajer oyuncusu Erhan Önal'ın gözü beni pek tutmamış.
Kaleyi daha tecrübelilere emanet etmiş.
Sonra köşede bir yerde, arkasında eğri büğrü harflerle Yüksel Aytuğ yazılı 77 numaralı formayı görüyorum. Aslında dokumasında Mesut Yar yazıyor. Bizim Mesut gelmeyince, üzerine bantla benim adımı tutturmuşlar.
Herkese özel krampon hazırlanmış. Ayakkabı numaramı bildirmeme rağmen bana ayakkabı filan yok. Neyse ki sevgili Özgür Çevik kardeşim perişan halime acıyıp bana bir ayakkabı 'çalıyor'.
Ayağıma iki numara küçük ama olsun. Koridorda yürürken 'çıt, çıt' diye ses çıkarıyor ya, yeter...
Devre arası Beşiktaş'ın efsane kalecisi Zafer, "Biraz sağ kasığım çekiyor" diyor. Fırsatı kaçırmıyorum tabii... "Ver abi bacağını esneteyim biraz" deyip adalesine yükleniyorum. Zafer çığlık atıp yere yığılıyor. Birincisi tamam. Sıra diğer kaleci Can'da. O golleri yedikçe ben, bizim antrenör Erhan Önal'ın yanında "Cık cık bu da yenir mi?" filan diyorum ama duymazdan geliyor. Can bir ara sol omzundan sakatlanır gibi oluyor. Sağlık ekibi ile beraber ben de yanına koşuyorum. Bıraksalar kolunu şöyle iyice bir geriye doğru bükeceğim ama elletmiyorlar.
Can "Devam edebilirim" diyor, ağlamak istiyorum...
Kalenin arkasında ısınır gibi yapıyorum. Can öbür taraftan kaçan bir topu almaya gittiğinde hemen kaleye geçiyorum. Maçın spikeri bile oyuna girdiğimi fark etmiyor. (Dikkat ederseniz ben de onun ismini telaffuz etmiyorum!) Dakika: 81... Skor: 5-5...
Bir hata, şahane kalecilik kariyerimin sonu olur. Bu riski kahramanca kabullenip eldivenlerimi ovuşturuyorum.
Sebastian Vettel beni gözüne kestirmiş, altı pas içinde bile pres yapıyor. Adamın yıllık geliri 50 milyon dolar. 'Yanlışlıkla ayağının kenarını çizsem ne kadar tazminat öderim?' diye düşünmekten maça konsantre olamıyorum. Volkan'a haksızlık etmeyeyim diye o statta kendimi fazla göstermiyorum. Ama gelin görün ki maçı 'sıfır hata' ile tamamlıyorum. Çünkü oynadığım 10 dakika boyunca kaleye bir tane bile top gelmiyor! (Varlığım, rakip forvetin yüreğine korku salmış olmalı...) 6-5 kazanıyoruz. Maç yağışta oynanıyor ama benim kaleci kazağım ambalajından çıkmış gibi tertemiz. Maçtan sonra o kazakla çık Bağdat Caddesi'nde dolaş, o kadar yani...
Soyunma odasında duş için ilk sırayı bana veriyorlar: "Abi sen çok yoruldun, hakkındır..."
Galiba inceden dalga geçiyorlar...


Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA