Lozan Antlaşması kapsamında verilen "Mübadele" kararının ilk kafilesi, Şarköy'den yola çıkarılmış. Son derece kalabalık kafile için yeteri kadar vagon bulunamayınca mübadillerden bir kısmı vagonların üstüne yerleştirilmişlerdi. Şarköy - Mürefte Kafilesinin treni, su almak ihtiyacıyla Dedeağaç istasyonuna gelince Kavala ve Drama'dan mübadilleri getiren trenle yan yana raylarda beklemeye başlamışlar. İki kafile de vagonların üstüne kadar mübadilleri taşıyorlarmış. Her iki tren de su almak için sırasını beklerken, vagonların üzerine yerleştirilmiş olanlar arasında yarenlik başlamış. Hepsinin dilinde alıştıkları topraklardan koparılmanın şikâyeti yükseliyormuş. O dönemde Yunanistan'da yaşan Türkler ile Türkiye'de yaşayan Rumlar gayet akıcı şekilde Türkçe ve Rumca konuşuyorlarmış. Bu sohbet sırasında bir bebeğin çığlıkları ortalığı inletmeye başlamış. Konuşulanlar neredeyse duyulamayacak hale gelmiş. Durumun yadırgatan şaşkınlık içinde sesin geldiği tarafa bakanlar, henüz birkaç aylık bir bebeğin açlıktan avaz avaz ağladığını görmüşler. Komotini Vagonlarının üstündeki genç bir Türk kadının, bebeğini avutmaya çalışırken emzirecek sütü olmadığı görülmüş. Son derece zayıf ve takatsiz bir bedenin adeta kurumuş memelerinde süt olmadığı hemen fark ediliyormuş… Kadının gözlerindeki mahcup duygular ve çaresiz sabır, bebeğin çığlıkları arttıkça tahammül edemeyeceği kadar kahırlı ve ayıplı bir yük gibi omuzlarını ezmeye başlamış… Herkesin şaşkınlık yaşadığı bir hayret anının fırsatında Şarköy Treninin vagonlarına yerleştirilmiş genç bir kadının sesi duyulmuş:
- Senin besleyecek ne gücün var, ne sütün… Uzat bebeğini bana…
Bu sesle birlikte, iri yarı dolgun göğüslü, genç bir Rum lohusanın kollarını uzattığı görülmüş. Aynı yaşlardaki kendi bebeğini yanındaki kadına emanet edip ağlayan bebeği kucağına almış. Şefkatle, merhamet arasındaki fark, bir annenin sevgisinde hemen belli olur… Dolgun göğüslü Rum kadın, cılız bebeği adeta kendi yavrusunu sever gibi yüreklendirici sözlerle emzirmeye başlamış… Trenlerin hareket etmesi için kampanaların çalmaya başlamasıyla birlikte saatlerdir beklemekten sıkılanlar sevinirken, sadece iki kadının gözlerinde düşmeye utanan yaşların biriktiği görülmüş: Anne ve sütanne… Rum kadın, sesini yükselterek karşısındakini rahatlatmak istemiş:
- Korkma! Babam şimendiferciydi. Ondan biliyorum. Bu kampanalar üst üste üç kez çalınmadan trenler hareket etmez… Son kampanaya kadar ben onun karnını doyururum…
Bazen bir sevinç aynı anda iki ayrı çehrede aynı mutlu manzarayı yaratan bir ilahi takdir gibi tecelli eder. Artık, ikisinin de yüzü gülüyormuş. Asıl sevinç, anne memesine sarılmış gibi sabırlı ve mutlu tebessümler sergileyen bebeğin bakışlarındaymış. Son kampana çalmış. Mutlu bebek vakti geldiğini anlamış gibi emmeyi bırakmış. Meraklı, biraz da telaşlı bakışlarla annesini aramaya başlamış. Rum kadın heyecan ve endişeye fırsat vermeyen bir ustalıkla bebeği annesine uzatmış:
- Edirne'ye kadar bu onu idare eder… Yolunuz açık olsun…
Trenler hareket etmiş. Türk anne, bebeğini havaya kaldırıp iki kez iki yana sallamış. Sonra bağrına basmış… Rum anne de bebeğini kaldırıp iki kez iki yana sallamış. Çocuğuna bir ömür bahsinin ilk dersini verir gibi kulağına fısıldamış:
- Dünyada sadece sütün kardeşliği vardır… Artık dünya ahret bir kardeşin var…