Türkiye'nin en iyi haber sitesi
NUR ÇİNTAY

Keşke her 'miskin' böyle olsa!

Miskin olduğunu söylüyor ama tutkuyla inandığı bir hedefi varsa ondan daha disiplinlisini bulamazsınız. Cafe Fernando adlı yemek bloguyla en prestijli ödülleri alan Cenk Sönmezsoy'un kitabı çıktı, millet delirdi!

Ondan ilk haberdar olmamın üstünden yaklaşık yedi yıl geçmiş olmalı. Bir yemek blogu yapıyordu. Ama bunu benzeri olmayan bir içerik ve estetikte hazırlıyordu. Tarif vermekle kalmıyor, basbayağı hikâye anlatıyor ve kendi çektiği fotoğraflarla da gıpta ettiriyordu.
The New Yok Times'daki bir makalede ondan bahsedilmişti, The Times ise 'Dünyanın En İyi 50 Yemek Blogu'ndan biri seçmişti.
Radikal Cumartesi günlerimizdi. O zamanki şartlarımız beraber çalışmamıza imkân vermedi maalesef ama onu hep takip ettik. Tatlıya olan düşkünlüğünü de, bir işi yaparkenki takıntılı halini de hep beğendik.
Cafe Fernando blogu başka ödüller de aldı ve çoğu ona 'takipçi' deyip geçemeyeceğimiz ölçüde bağlı binlerce müdavim, müptela, mürit edindi.
Blogdan bir kitap da tasarlanacağı fikri birkaç yıldır gündemdeydi. Cafe Fernando adı ve yıllardır dillere pelesenk olan 'Bir pasta yaptım, yanağını dayar uyursun' sloganıyla bu ay içinde nihayet yayımlandı ve bazı âlemlerde ciddi patırtı kopardı!
Ciltli, kalın, gramajı ağır bir eserdi doğrusu ve bir yemek kitabı için pahada hafif de değildi hiç (95 TL) ama Suadiye Remzi Kitabevi'nin kasasındaki arkadaş gülümseyerek "En çok ilgi gören kitabımız" dedi. Yazarının özeni ve beğenisiyle jilet gibi olmuş, yayınevini (Okuyanus) aşmıştı. Peki kim bu Cafe Fernando'nun mucidi Cenk Sönmezsoy?

DONDURMALAR KUCAĞA DÜŞÜYOR!
"Cenk, bu hayattaki amacın ne? 10 yıl sonra kendini nerede görmek istersin?" diye sorsak, şu cevabı vereceğini söylüyor: "Kendimi, Big Sur'deki bir uçurumun tepesindeki evimde, kocaman bir koltuğa gömülmüş, üzerime de battaniyemi çekmiş bir halde Altın Kızlar seyrederken görüyorum. Mutfağımda, içinde at koşturabileceğim kadar büyük bir buzluk var. İçi çikolatalı dondurmayla dolu. Yerimden kalkmamak için parasını bastırıp bir düzenek kurdurmuşum; koltuğun yanındaki düğmeye bastıkça dondurmalar -14 derecede kucağıma düşüyor. Hayattaki amacım da yerimden kalkmadan Altın Kızlar seyredip dondurma yemeye devam etmek. Şaka değil. Ver bana Altın Kızlar DVD'lerimi, bir de ömür boyu yetecek kadar çikolatalı dondurma, değil Big Sur'de bir kartal yuvasında, Grönland'da bile yaşarım. Nasıl olsa yerimden kalkacağım yok. Bunun adı tembellik değil, miskinlik. Doğamda var."
Peki, dediğine göre kafasını bile çevirmeye üşenen biri, nasıl olur da evde kruvasan yapmaya üşenmez? "Mideme rahatımdan daha çok düşkünüm" diyor.
Ama sadece mideye düşkünlük değil mesele. Tutkuyla bağlı olduğu bir şey, inandığı bir hedef lazım onu gaza getirecek. İşte o zaman ideal orana ulaşmak için aynı tarifi 35 kere denemekten, bir karelik fotoğraf için kullanılacak taşları kilometreler öteden taşımaktan bıkmıyor, sıkılmıyor, gocunmuyor.
Yemekle ilgili hemen herkesin çocukken mutfağa girdiğine dair anekdotları vardır. Cenk Sönmezsoy'un böyle anıları da, küçükken mutfağa merakı da pek yok.
Bilkent İşletme'yi kazanıp Ankara'ya taşındığında, sırf mecburiyetten yemek pişiriyor. Sonra mastır için ver elini San Francisco ve orada da Çin, Hint derken öyle çok alternatif var ki, nicelik de nitelik de öyle tatmin edici ki, bir yandan da sıkı kariyer yaparken (Metin yazarlığı, müşteri ilişkileri direktörlüğü, medya ilişkileri direktörlüğü) ayrıca mutfağa girmeye ne hacet...
Olaylar, ABD'den İstanbul'a dönmesiyle başlıyor. Aile, arkadaşlar, iş güç (Samsung'da pazarlama müdürlüğü) iyi hoş da, aklı fena halde San Francisco'da kalıyor. Hep oradaki restoranları hatırlıyor, o lezzetleri arıyor. İstanbul'da istediği gibi brownie bile bulamıyor. Bunun üstüne keyfi için, damak tatmini için yemek yapmaya koyuluyor.
O arada internette yemek bloglarını kurcalarken, bir blog açmaya karar veriyor. Bir zamanların kült dizilerinden Altın Kızlar'a özel bir düşkünlüğü olduğu için, adını Rose'un oyuncak ayısı Fernando'dan hareketle koyuyor: Cafe Fernando.

ORTAM KIZIŞSADA O BENZERSİZ!

Sekiz yıl içinde acayip şeyler oluyor: Dorie Greenspan'dan Nick Malgieri'ye, kahramanları takip etmeye başlıyor blogunu. Ve yabancı basındaki yazıları, ödüller izliyor: The Times'ın 'Dünyanın En İyi 50 Yemek Blogu'ndan biri seçildiğini söylemiştik, Saveur dergisi de Yılın En İyi Seyahat Blogu seçiyor. Dolce & Gabbana için tasarladığı brownie ile Yılın En İyi Özgün Tatlı Tarifi Ödülü geliyor, sonra Chez Panisse'de yediği bir yemek sonrasındaki yazısıyla Yılın En İyi Yemek Yazısı Ödülü...
Dört yıl önce radikal bir karar alıyor. Ailesinin reklam şirketinden ayrılıp kendini tamamen Cafe Fernando'ya adıyor. Hayatta en haz duyduğu işi yapıyor.
Şu anda 'ortam' sekiz yıl öncesine göre korkunç kızışmış durumda; 'piyasada' sayısız yemek blogu mevcut. Ama yanına iki kuşlu peçete koydu diye kabaramamış ezik kekiyle gurur duyanların binlerce 'like' aldığına bakmayın, Cafe Fernando hâlâ benzersiz.
İster kitabı alın, ister bloguna göz gezdirin. Bu zeki, zevkli, mükemmeliyetçi genç adama şapka çıkartın. Hem de bugün arife olduğuna göre, bayram tatlısını Cafe Fernando'nun tarifleri arasından uygulayarak etrafınızı büyüleyebilirsiniz.
Şeytan Çikolata Giyer ya da D&G için tasarladığı ödüllü Brownie Dantel Giyer gibi çikolatada son durakların yanı sıra daha yazlıklar da var elbette: Şeftalili ve vişneli cobbler. Ahududu ve beyaz çikolatalı tart... Böğürtlen soslu donmuş yoğurt. Ve özel dondurmalar.
"Kendimi bildim bileli dondurma yiyorum. Pardon, yemiyorum; adeta soluyorum." diyor Cenk Sönmezsoy. "Sizin için su neyse benim için de dondurma o. Sizin vücudunuzun yüzde 60'ı su ya; benimkinin de büyük ihtimalle dondurma. Dünya yüzeyinin yüzde 70'ini su kaplıyor ya; benim dilimin yüzeyinin yüzde 70'ini de mütemadiyen dondurma."
"Bugüne kadar herhangi bir insanın ömrü boyunca yiyeceği dondurmanın daha fazlasını evde yapıp yediğime eminim. Ve kesinlikle söyleyebilirim ki, pastacılıkta kullanılan kıvam artırıcılar olmadan veya profesyonel bir makine kullanmadan, evde de hem tat hem de kıvam açısından olağanüstü dondurmalar yapmak mümkün. Hatta, bugüne kadar yaptığım dondurmaları ev tipi bir dondurma makinesinde bile değil, nispeten daha ilkel olan, tezgâh tipi mikserimin dondurma aparatında yaptım. Yerinizde olsam, benim gibi dondurma müptelası birinin en çok dondurma tariflerini merak ederdim. Kıllarına dahi dokunmadan da denerdim."
Böyle de korkutmuyor, kaçırmıyor! Hadi bakalım.
Herkese sevdikleriyle beraber iyi, mutlu, tatlı bayramlar... Ağzınızın tadı yerinde olsun.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA