Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Tarih bazı 'tarihçileri' yer

Bir tarih ve tarihçilik furyasıdır gidiyor.
Tarih artık en popüler konularımızdan biri.
Bütün büyük gazetelerde, televizyon kanallarında bu konuda sayfalar, programlar yayınlanıyor. Büyük yayınevleri tarih dergileri çıkarıyor. Kimsenin bu ilgiye, bu meraka, bu heyecana 'kötüdür' diyecek hali yok. Türkiye, bütün bu etkinlik aracılığıyla, geçmişini şimdi daha farklı bir gözle görüyor. Nasıl 1990'larda Türkiye sabahlara kadar televizyon karşısına çakılıp, Siyaset Meydanı gibi programlar aracılığıyla içini boşalttı, yeni bir tartışma iklimi kazandıysa, şimdi de, tarih programları aracılığıyla hafızasını tazeliyor. Çok değerli tarihçiler bu konularda çaba harcıyor. Kimsenin emeğini ihmal etmek, yok saymak mümkün değil.
Gene de ben bu büyük 'kalkışmanın' sorgulanması gerektiği kanısındayım. Bütün bu programlarda gerçek manada bir 'tarihçilik' yapılıyor mu? Tarihçiliğin o çok hassas metodolojik dikkatleri bu programlarda gösteriliyor mu, emin değilim. Hatta o konularda çok kuşkularım var. Bu programların önemli bir bölümü kısa sürede kahvehane sohbetine dönüşen bir içerik, nitelik kazanıyor. Bunun çok sorunlu olduğu kanısındayım.

KEMAL TAHİR SENTEZ YAPIYORDU
Tarih konusunda görsel ve yazılı mecralarda cereyan eden faaliyet iki büyük özellik taşıyor.
Bunlar ya hakim ideolojiye karşı, onun ak dediğine kara deme mantığına yaslanıyor ya da ikincil kaynaklardan derlenmiş bir 'revizyon' niteliğine sahip. Okunmuş üç-beş kitaptan derlenen üç beş bilginin alt alta yazılması ve bu defa sadece onlara dayanarak ortaya bir terkip çıkarmakla tarihçilik yapmak, ancak 'Saatli Maarif Takvimi' tarihçiliğidir. Daha ötesine gitmez. Sadece tarih okuyarak ve bir malumat birikimine dayalı olarak tarih irdelenmez, tarihçi olunmaz.
Kuvvetli bir akademik geçmişten gelen bazı tarihçilerin zamanla bilgisini daha popüler bir biçimde paylaştığını görüyoruz.
Eğer mutlaka olacaksa olması gereken budur.
Hatta bu bir görevdir. Onun dışında hiçbir akademik, analitik 'krediye' sahip bulunmayan kişilerin malumat temelindeki 'aktarımı' sadece anekdotik, yani hikayeye, masala dayalı bir tarihçiliktir. Hatta 'tarihçiciliktir'. Bunun Türkiye'de çok farklı ve namlı örnekleri de vardır.
Şimdi, ortalığı toza dumana katmak niyetinde değilim ama, bana göre Kemal Tahir bu işin piri sayılırdı, eğer 'tarihçilikse' söz konusu olan.
Zekasına, sentez gücüne, aykırı ve eleştirel düşünme yeteneğine hiçbir itirazımın olmadığı Tahir'in cilt cilt, tarihi 'yeniden kurmak' maksadını matuf romanlar yazması o kadar doğru bir şey değildi.
Şimdi yapılan bazı ahvalde ondan da kötü.
Kemal Tahir hiç değilse bir sentez yapıyordu.
Bugün tarihçilik yapanların önemli bir bölümünde o kertede bir verim bile yok. Dediğim gibi, ikincil elden kaynakları okuyup, bazı malumatı alt alta koyup, kestirmeden, "O değil, budur," demeyi tercih ediyorlar ama bu tarihçilik değildir.

TARİHÇİLİK BİLGİ ETRAFINDA GELİŞİR
Peki, tarihçilik nedir denebilir. Cevabını burada vermek zor. Ama tarihçilik bir kere malumatın değil bilginin etrafında gelişir. Bilginin edinimiyse hem analitik bir yönteme hem de eleştirel bir mesafeye bağlıdır. Malumatla bilgi aynı şey değildir. Tarihçi elbette anıları, günlükleri, mektupları kullanır. Ama bunlar ham bilgi kaynaklarıdır. Onun 'işlenmesi' başlı başına bir yöntem meselesidir. Onun da ötesinde tarihyazımı (historiography) nesnellik-öznellik çizgisinde hassas bir dengedir. Tepeden tırnağa bir nesnelliğin olamayacağı neyse ki anlaşıldı.
Ama bu kişisel tercihin tarihi 'doğrulamak' veya 'yanlışlamak' için yeterli olduğu anlamına gelmez.
Öznelliğin nesnelliğe dönüşümünü sağlayacak olan eleştirel mesafedir. Bilimsel bilginin üretimi için gerekli olan mesafe... Bu, Tanrı'ya inanan birisinin laboratuvarda deney yapmasına ve oradan türeyen bir neden-sonuç ilişkisini kendisine ait nesnellik içinde kabullenmesine benzer bir durumdur. Bizim popüler tarihçilerimizde böyle bir ön kabulün olduğunu söylemek kolay mı? Bırakın gazete tarihçilerini, akademik tarihçilerin bile kitaplarında, yazılarında ne hatalar yaptıklarını, Tarih-Lenk kitabında Hakan Erdem yazdı, gösterdi. Nerede kaldı, gazete yazıları... Gazetelerde yazan tarihçiler var. Halil Berktay'ın, Şükrü Hanioğlu'nun, Cemil Koçak'ın, İlber Ortaylı'nın yazıları başka bir kategoridir. Onlarınki, kelam-ı mutlaktır, itiraz götürmez diyen yok. Ama bu tarihçilerin akademik kriterleri, akademik kredibiliteleri, yöntemleri, meseleleri diğerlerinden farklıdır.
Tarihçilik yapacağız, tarihi yeniden yazacağız diye polemik üslubuyla kalem üşürmeye ve orta okul ev ödevine benzer yazıları didaktik bir üslupla ve keskin bir perspektifle kaleme almaya hiç gerek yok. O, ancak bir tarihin yerine bir başka tarihi aynı anlayış ve mantıkla koymak demektir. Yoksa, tarih bazı tarihçileri veya tarihçicilik yapanları yer!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA