Usta kalem Hıncal Uluç, geçtiğimiz hafta damgasını vuran spor olaylarını sabahspor.com okuyucularına değerlendirdi.
Uluç;
Bence maçın özeti Mersin oynadı, Fener kazandı. Fenerbahçe'nin iki gol dakikasına bak, Mersin bunaltıyordu Fenerbahçe'yi ikisinde de... O sırada Fenerbahçe golü attı; nasıl attı? İki ayrı kalecisinin iki akla hayale gelmez hatasıyla...
'Sezon başından beri Fenerbahçe'ye hukuk vurdu, federasyon vurdu bir de biz vurmayalım' havası var sanki hakemlerde... Fenerbahçe aleyhine ödleri patlıyor.
Kırmızı kart çok doğru. İbrahim Kaş resmen attırdı kendini... Allah'tan Aziz Yıldırım içeride... Yoksa o iki kaleci hatası ve arkadan İbrahim Kaş'ın kendini attırması üzerine, 'Ooo Aziz işi bitirmiş' derdi özellikle Galatasaray camiasının fanatikleri...
Gerçi yine demişlerdir: 'İçerde bile...' Ama işte futbol bu... Böyle goller yiyebiliyorsun... Böyle kendini attırabiliyorsun.
Özge AYDIN/SABAHSPOR.COM
Fenerbahçe, Mersin İdman Yurdu'nu mağlup ederek yeniden liderliğe yükseldi. Verilmeyen bir penaltı ve İbrahim Kaş'a çıkan bir kırmızı kart var. İki tarafın kaçan pozisyonları da var. Siz maçı nasıl değerlendireceksiniz?
Bence maçın özeti Mersin oynadı, Fener kazandı. Fenerbahçe'nin iki gol dakikasına bak, Mersin bunaltıyordu Fenerbahçe'yi ikisinde de... O sırada Fenerbahçe golü attı; nasıl attı? İki ayrı kalecisinin iki akla hayale gelmez hatasıyla...
Bu iki hatanın dışında da Fenerbahçe'nin özellikle Stoch ile girdiği pozisyonlar var ama onların hepsi, "Ölmüş eşek, kurttan korkmaz" anlayışı ile Mersin'in gözü kara saldırıları sonrasında doğan ve Stoch'un hızından ve oyun zekasından doğan gol pozisyonları...
Maç sonrası çıkan gazetelere baktım. Stoch adına da fena halde üzüldüm. "Takım kaptanı Alex, Stoch'u fırçalamış." "Teknik direktör Aykut Kocaman, Stoch'u fırçalamış." Sen neredeyse adamı, takımdan sil! Oynatma oynatma sonra son dakikalarda oyuna sür; o adam o toplara rahat vuramaz. Maç eksikliğinden vuramaz, hırslı olduğu için, 'Siz beni oynatmıyorsunuz, ben sizi gösteririm' düşüncesi içinde vurduğu için vuramaz, psikolojik olarak da...
Ama nasıl golü kokladığını, o pozisyonlara nasıl girdiğini kimse dikkate almamış! Vay efendim, 'Stoch kaçırmış da dönen top Mersin'in golü olmuş!..' Bunlar tam tabelacı lafları... Oynadığı 25-30 dakikada Stoch, Fenerbahçe'nin vazgeçilmez adamlarından biri olduğunu gösterdi, bana sorarsan...
Tabii "Mersin oynadı, Fener kazandı" derken şunu da ihmal etmemek lazım; Fenerbahçe'nin en önemli adamları eksik. Kalecisinden başlayarak... Bu takımın da süper futbol oynamasını beklemek zor: takımda neredeyse ilk defa bir araya gelen adamlar var ve de deplasmandasın ve de lige iyi başlayan takımlardan biriyle oynuyorsun. Fenerbahçe'nin kontrollü, dikkatli oynaması normal. Bu eksikler nedeniyle yadırgamadım.
Mersin çok iyi takım. Onların da tabii eksikleri Nobre'ydi. Nobre çok iyi kafa golleri atan bir adam ve bu sene Mersin'in attığı 9 golden 5'inde onun imzası var. Mersin'in oynadığı futbola baktım; kanatlardan geldiler ve hep ortada Nobre varmış ortalar yaptılar. Ama Nobre yoktu. Fenerbahçe savunması iyi olduğu için o kanat akınlarının pek çoğu çevrildi, kaleciye bile varmadı.
Fenerbahçe'nin eksikleri kadar önemliydi, Mersin'de Nobre'nin olmaması... Maçın 90 dakikasını golsüz götürmelerinin bir sebebi de buydu. Fenerbahçe eksiklerini kaparsa daha düzelir, daha iyi oynar. Mersin iyi takım; özet bu... Ama şunu unutmayalım; Mustafa Denizli hep, "Kötü oynadığı zaman dahi kazanan takımdan korkun" der.
Fenerbahçe, sezonun en kötü oyunlarından birini oynadığı halde görüntü olarak en azından rahat kazandıysa maçı demek ki bu sezon şampiyonluğun en büyük adayı...
"Fenerbahçe bu sezon penaltı çalmaya korkuyor" demiştiniz daha önce...
Evet ama Fenerbahçe olduğunda daha da tutucu oluyorlar. Fenerbahçe'nin lehine olan pozisyonlarda hakem hatası neredeyse yok. Bugün mesela Ahmet Çakar, çok haklı olarak soruyor: İptal edilen Mersin golünde; Zurita'nın topa dokunup dokunmadığı belli bile değil! Fener kendi kalesine atıyor golü... Kafayı vuran Fenerli futbolcu... Fakat o kafaya uzanan Zurita'nın eli var. O el değdi mi değmedi mi; yakın çekimle ancak fark edebilirsin. Ta nereden o eli görüyor hakem!.. Buna karşılık Bekir'in harika smacını görmüyor!.. Bu nasıl oluyor!..
Şimdi şöyle bir psikolojik bir durum var. Ben hakemlerin kasten böyle yaptıklarını iddia etmiyorum. Ama bilinç altına yerleşirse bir şey, onu görürsün, bunu görmezsin!.. Bu daha kötü...
'Sezon başından beri Fenerbahçe'ye hukuk vurdu, federasyon vurdu bir de biz vurmayalım' havası var sanki hakemlerde... Fenerbahçe aleyhine ödleri patlıyor.
Kırmızı kart çok doğru. İbrahim Kaş resmen attırdı kendini... Allah'tan Aziz Yıldırım içeride... Yoksa o iki kaleci hatası ve arkadan İbrahim Kaş'ın kendini attırması üzerine, 'Ooo Aziz işi bitirmiş' derdi özellikle Galatasaray camiasının fanatikleri...
Gerçi yine demişlerdir: 'İçerde bile...' Ama işte futbol bu... Böyle goller yiyebiliyorsun... Böyle kendini attırabiliyorsun.
Özer de nefis bir gol attı. Hem zamanlama hem de vuruş tekniği açısından takdire değer bir goldü.
Orada bir defa zekâ çok önemli... Beynin düşündüğünü ayağa yaptırmak da işin yetenek faslına geliyor. Orada ben de düşünürüm topu kaleye vurmayı ama kendi kaleme de gidebilir top.
Özer, Fenerbahçe gelmeden önce de buydu. Onun için Fener'e geldi. Ama Fenerbahçe'de bir yandan teknik direktörlerin ona güvenmemesi, yabancıları tercih edilmesi... Bir yandan Özer'in sakatlıkları... Özer, milli takımın değişmez oyuncularından biri olacak yetenekte bir adamdı Fenerbahçe'ye gelmeden evvel ve Fenerbahçe'ye geldikten sonra gelişeceğini düşünüyordum ama Fenerbahçe'de değerini bulamadı. Talihsizlikleri de var ama Fenerbahçe teknik direktörlerinin yanlış tercihleri de var.
Tabii artık iddianame bekleniyor. Henüz açıklanmamasına karşın Aziz Yıldırım'ın savunmasını dahi hazırladığı ifade ediliyor. Fenerbahçe yönetimi ise muhalif isimlerle, camianın ileri gelenleriyle bir araya gelip bu konuda bir yol haritası belirlemeye çalışıyor. Bu yaşananlarla ilgili neler söyleyeceksiniz?
Bizim inanışlarımızda şerlerden doğan hayırlar da vardır. Fenerbahçe'de biraz öyle oldu. Fenerbahçe camiasında bir toparlanma görüyorum. Kulübe adım atamayacağı söylenen insanlar şimdi yeniden döndüler, kabul edildiler. Özellikle Aziz Yıldırım tarafından tasfiye edilenlerin hepsi, bugün Fenerbahçe'yi sahipleniyorlar ve bu sahiplenmeye mevcut yönetim de itiraz etmiyor 'Sen kim oluyorsun. Biz seni istemiyoruz' da demiyor.
İddianame ne olursa, sonuç ne olursa olsun dilerim ki bu yol devam eder. Çünkü Aziz Yıldırım'ın bence en büyük yanlışı Fenerbahçe'de tek adam yönetimiydi. Kendisine muhalif herkesi tasfiye ederek, uzaklaştırarak ihraç ederek hatta… En büyük yanlışı oydu.
Zor günler camiayı birleştirdi. Yarın iyi günlere gelinince inşallah eskiye dönülmez. Bu bir ders olur. Fenerbahçe'nin birliğinin beraberliğinin ve bütünlüğünün tek adam yönetiminden çok daha güzel, çok daha doğru olduğu kabul edilir.
UEFA nezdinde lobi ve kulis çalışmaları yapılması kararlaştırıldı ama UEFA ve Platini, Fenerbahçe ve Aziz Yıldırım'ın açtığı davaları geri çekmeden bir yaklaşımda bulunmak istemiyor. Hatta Platini görüşmek için bu davalardan vazgeçilmesini bir ön şart olarak sunuyor. Fenerbahçe ve Yıldırım bu aşamada ne yapmalı; davalarında ısrar etmeli mi?
Bu konuda fikir yürütmek için olayların içinde olmak lazım. Ben haklı olduğuma inanıyorsam beni kimse davamdan vazgeçiremez. Bu dava bir yerde de onur davası... Ama kafamda bir takım şüpheler varsa, soru işaretleri varsa o zaman başka türlü davranırım. Ya da derim ki 'Ben haklıyım ama benim yüzümden, kulübüm zor duruma düşüyor. O zaman kendimi feda ederim.'
Ama bunların herhangi biri konusunda fikir yürütmek için olayları bilmek lazım. Hiçbir şeyi bilmiyoruz. Hiçbir şey bilmediğimiz zaman da yaptığımız yorum değil dedikodu olur.
Onun için önce bir iddianame açıklansın, dosyaları görelim. Belgeler nedir? Ne vardır, ne yoktur? Ondan sonra 'Bu şeylerle UEFA'dan çıkmak zor. Gidin UEFA ile anlaşın.' Ya da deriz ki 'Bu delillerde, belgelerde bir şey yok. Platini Mlatini tanımayın. Sonuna kadar gidin.' Türkiye kimsenin kölesi değil. Çünkü Fenerbahçe'yi de aşar. Türkiye'nin davası olur.
UEFA, sezon başında Avrupa Ligi'nden ihraç ettiği Sion'u, İsviçre yerel mahkemesinin haklı bulmasıyla yeniden turnuvaya almak için hazırlıklar yapıyor. Bu Fenerbahçe için de bir umut olabilir mi?
Bunların hepsi dedikodu... O konuda da okuyorum haberleri. Yerel mahkemenin kararıyla, UEFA'nın alakası yok. UEFA'yı bağlayacak iki tane mahkeme var; birisi CAS bir tanesi de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi.
Şike soruşturması kapsamında son olarak Beşiktaşlı yabancı futbolcular, tutuklu bulunan Havutçu ve Adalı'yı ziyaret etti. Daha önce de yöneticiler Emre, Alex gibi oyuncular gitmişti. Bu tür ziyaretlere nasıl bakıyorsunuz?
Ben şimdi herhangi bir sebepten tutuklansam sen beni ziyarete gelmez misin? Bunun altında bir şey aranır mı? Her hafta gel buraya 'Hıncal ağabey' diye bana altmış bin tane soru sor, ondan sonra ben tutuklandığım zaman 'Yok aman ben Hıncal'a gitmeyeyim' de sağda solda dedikodu yapmasınlar!.."
Böyle şey olur mu? İnsanlık başka şey... Elektrikli sandalyeye oturmama karar verirler. Oturana kadar gelir beni ziyaret edersin. O başka iş, bu başka iş. Yani ben bunu anlamıyorum.
Vay efendim, 'Bilmem kaç milletvekili Deniz Feneri sanıklarına gitmiş. Bilmem kaç milletvekili Ergenekon'a gitmiş!'
Biraz daha genç olsaydım bunlar babamın arkadaşları olacaklardı. Gitmez miyim? Babamın sınıf arkadaşını içeri almışlar, gitmez miyim? Bizim eve yemeğe gelmiş, gitmiş bin defa. Ailemize girmiş adamı içeri almışlar gitmem mi? O başka iş, bu başka iş...
Galatasaray açısından güzel bir haftaydı. Basketbol ve voleybolda aldığı başarılı sonuçlara futbolu da ekledi ve kendisine iki sezondur ters gelen Bursa mağlup etti. Çekişmeli bir maçtı, maç son dakikalarda 1-1 geldi ama Baros sonucu belirledi. Siz maçla ilgili neler söyleyeceksiniz?
Galatasaray'ı anlamak zor! Galatasaray büyük takım olduğunu unutmuş. Sıradan bir Anadolu takımı ruhuna bürünmüşler ve Fatih Terim gibi bir hoca bunu nasıl fark etmiyor anlayamadım!
Galatasaray birinci devrede çok güzel oynadı. Bursa'yı darmadağın etti, aslında... Fark da yaratabilirdi... Çok net bir penaltıyı, Hüseyin Göçek nasıl çalmadı; hayretler içindeyim!..
Ama ikinci yarı başladığı anda gördük ki o Galatasaray sahada yok. Daha 50., 55. dakikaydı, Galatasaray kalecisi Muslera'nın vakitten çalmaya başladığını gördük. Rahatlıkla önüne gelen bir topu kapıp, hızla kontratağa sokacağına, mesela Alman kalecisi gibi, ayağının dibinde bekliyor ki Bursalı üzerine koşsun!.. Oradan 10 saniye kazansın; öbür toptan 5 saniye kazansın!.. Savunma adamları ileriye oynamaktan vazgeçtiler, yan, geri paslar ki onları kaptırmak bir takım için büyük bela...
İkinci yarının başından evvel, Galatasaray, İstanbul'da, kendi sahasında, 35 bin seyircisinin önünde oynadığını unutup, 1-0'ın üzerine yattı. 1-0'ın üzerine 5 dakika yatılır, 7 dakika yatılır ama 45 dakika yatılmaz! Hele kendi sahanda yatamazsın.
Yine böyle yağmurlu bir havada Bursa'nın, Galatasaray'ı kötü gününde yakaladığını ve maçı 5-0 bitirdiğini biliyoruz.
Galatasaray büyüklüğünü yitirmiş. Galatasaray formasının ne manaya geldiğini unutmuş.
Nitekim rahat oynamaya başlayan Bursa gol buldu ve maç 1-1 oldu.
Bursa'nın golü hiç sürpriz değildi. Bağıra bağıra geldi. Zil çalarak, davul çalarak geldi. İlan ederek geldi. O sırada bir gazete yayınlansa, tam sayfa 'Bursa'nın golü geliyor' diye okurduk.
Ama bunu kenardaki Galatasaray kenardaki heyeti, başta Fatih Terim olmak üzere, Hasan Şaş, Ümit Davala'nın fark etmemesi, 'Ne yapıyorsunuz?' dememesi, Terim'in saha kenarlarına kadar fırlayıp, bas bas bağırmamasına inanamadım.
Skor 1-1 olur olmaz, sihirbaz Galatasaray'ın omzuna tekrar dokundu; o uyuşuk, o korkak, o 1-0'ın üzerine yatmaya çalışan, çırpınan takım gitti, ilk yarıdaki Galatasaray geldi. Gelir gelmez de golü attı. Peki böyle oynamak için gol yemek mi lazım, gol yemeyi beklemek mi lazım!..
Herhalde ben Galatasaray'ın başkanı olsam, Florya'ya kocaman bir kara tahta koyarım ve her futbolcuyu, o kara tahtaya 500 kere 'Galatasaray büyük takımdır', 'Galatasaray büyük takımdır' diye yazmaya mecbur tutarım.
Büyük takım olduğunu kafana koyamazsan, büyük olamazsın. Büyük takım kendi sahasında 40-45 dakika vakit çalmayı düşünmez. Düşünüyorsa küçük takımdır, sıradan takımdır.
Senelerden beri böyle Galatasaray... Ben Galatasaray'ın bu haline alıştım ama Fatih Terim'in, bu oyunu sessiz şekilde seyretmesine alışmadım. Bağıra bağıra gelen bir gole önlem almamasına alışmadım.
Bursa'nın golünden önce Sercan'ın topu taca atmak yerine kornere vurmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sercan'ı itham etmek kolay... Ama tam tersi... Bursaspor, Sercan'ı, bitirdi. Ertuğrul Sağlam, Sercan'ı ve Volkan'ı bitirdi. Bunlar kişiliklerini, kimliklerini yitirmeye uğraşıyorlar. Volkan Trabzon'da, Sercan İstanbul'da... Bunlar Türkiye'nin son yıllarda bulduğu en önemli iki yetenek... Yabancı merakına düştü Ertuğrul hoca ve bunları oynatmaya oynatmaya yok etti.
Tam tersine Volkan ve Sercan, Bursa'ya değil ama Ertuğrul Sağlam'a karşı ekstra motivasyonla oynuyorlar. Sercan'ın o hareketi ekstra motivasyonla maça çıkmasından geliyor. Tıpkı Baros'un golünü başlatan akındaki olağanüstü pası gibi orada da olağanüstü bir vuruş yapmak istedi. Girdiği andan itibaren bakın; her tarafa koşuyor. Galatasaray'ın öbür forvetleri gibi değil. 70 metre, 70 metre oynuyordu oyunu... Hırsından... Orada öyle bir güzel bir vuruşla, taca da değil, topu ters bir vuruş yaparak hücuma sokmak istedi. Fakat saha da berbat olunca o kafasındaki vuruş, Galatasaray aleyhine ters vuruşa döndü. Korner oldu.
Her maçta korner olur ama 'korner' demek gol demek değil. Ama Galatasaray'da yine yıllardan beri değişmeyen bir şey var. Galatasaray duran toplarda çok gol yiyor. Kendisi duran topta çok az gol atarken, çok gol yiyor. Çünkü Galatasaray savunması yer almayı bilmiyor.
İkinci yarının başında, Galatasaray'ın bu saçma sapan oyuna niye döndüğü, Bursa'nın ilan ederek gelen golüne niye engel olamadığı, Galatasaray savunmasının duran toplar ve kornerleri bir türlü kesememesi tartışılmıyor, 'Sercan niye öyle vurdu' diye konuşuluyor!..
Ortalanan topa, Melo kafayı vurduğu zaman adam gol atmış kadar seviniyor. Niye; çünkü başkası vurmuyor. Melo da olmasa o ortada gol şutuna dönüşecek. Bunlar tartışılmıyor. Efendim 'Sercan'ın vuruşu niye yanlış?' Kendi kalesine de atabilirdi!..
Terim'in Galatasaray'ın kadrosunda son 3 maçta sadece bir değişiklik yapmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Terim 1996-2000 yılları arasında da aynı şeyi yaptı. Doğru. Takım iskeleti kuruyor. Birbirini tanıyan, ne oynayacaklarını bilen insanlardan takım kuruyor. Öyle olması lazım. Dünyanın bütün hocaları bunu yapıyor. Barcelona her maça başka kadroyla mı çıkıyor ya da Real Madrid!
Her maça başka kadroyla çıkmak; arayış içinde olduğunu gösterir. Terim, Türk futboluna yabancı değil, Galatasaray'a yabancı değil. Eksiklerin ne olduğunu biliyor, ona göre transferler yapmış. Kafasındaki iskeleti yerleştirmeye uğraşıyor.
Günlük olarak bakmıyor. 'Bugün iyi oynadık; kalsın' ya da 'Bugün kötü oynadık; gitsin' diye düşünmüyor. Öyle bile olsa girer girmez penaltı yaptıran ve galibiyeti getiren Baros ile maça başlardı. Hayır, Baros yine kenarda. Yine girer girmez golünü attı, gelecek maç yine kenarda olursa yine şaşmam. O tür bir hoca. İskeleti kuran.
'Doğru mu kuruyor' dersen? Ben mesela ortada Sercan ve Kazım varken Sercan'ı değil de Kazım'ı kazanmaya çalışmasını anlayamıyorum! Kazım'dan bir şey olmaz ama Sercan'ı oynatmayı başarırsa Engin gibi hem Galatasaray hem milli takım çok büyük bir adam kazanır. Bu da benim düşüncem. Kimin haklı olduğunu zaman gösterecek.