Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ATİLLA DORSAY

Acı geldi cihane, arabesk bahane!..

Ertuğrul Özkök'ün yazdıkları galiba gerçek oluyor ve arabesk müzik yeniden gündeme oturuyor. Üst üste çıkan iddialı albümlerin gösterdiği gibi... İzninizle bu konuda biraz ukalalık edeyim.
Aslında arabesk bu toprakların öz müziği değil, tarih boyunca olmadı. Klasik Osmanlı musikisinin 3.
Selim
'den Dede Efendi'ye, Hacı Arif Bey'den Şevki Bey'e tüm ünlü bestecilerinde Doğu'nun olmazsa olmazı hüzün ve keder vardı, ama bu bir büyük ıztırap, bir acı, üstelik zevk alınan, hoşlanılan bir acı değildi. Onlarda hıçkırık vardı, arabesk ise bir feryat. Onların hüznü umudu reddetmiyordu, Arabesk ise tam bir mateme teslimiyet. Her şeyiyle acılı bir dünyada ruhun adeta yokolmayı kabullenmesi, tümüyle hastalıklı bir duygu. Gerçi post-modernlerde bu ögeler biraz da olsa vardır: Sadettin Kaynak'tan Selahattin Pınar'a, Münir Nurettin'den Neveser Kökdeş'e. Ama çok ölçülü bir kıvamda...
Aynı biçimde neo-klasik dönem yorumcuları da arabeske yüz vermediler. Ünlü Dört Hanendeler'in yanı sıra, Nesrin Sipahi, Gönül Yazar, Emel Sayın gibi isimlerin hepsi, batılı uslupta da yorumlar yapabilen sanatçılardı. Zeki Müren, klasik besteleri en doğru biçimde yorumlayarak başladığı kariyerinde, sonradan 'gırtlak oyunları'nı seçti, arabeske daldı. Orhan Baba, Ferdi Tayfur, İbrahim Tatlıses gibi sanatçılar bu akımı topluma iyice yerleştirdiler. Ardından Muazzez Abacı ve Bülent Ersoy gibi gırtlağını çok iyi kullananlar da zirveye taşıdılar.
Sonunda arabesk, alttan alta da olsa, iyice yerleşti. Hatta çok farklı müzikçilerde bile... Ahmet Kaya'da da vardır bu duygu, Yavuz Bingöl'de de... Toplumun giderek artan dertleri, kitlelerin çözümlenemeyen ekonomik sorunları, bireyin çağdaş düzeye ulaştırılamayan hakları insanları isyana itiyordu, 'dünyayı değiştireceğiz' sloganı yerini 'batsın bu dünya' teslimiyetçiliğine bırakıyordu. Sanki Türkiye'nin bugün siyasette Batı'yı biraz boşlayıp Doğu'ya (tam olarak Ortadoğu'ya) yönelmesi olayı, müzikte çok daha önceden başlamıştı.
Işın Karaca ve Şevval Sam'ın arabesk albümlerini bu düşüncelerle dinledim. Sam'ın albümü (Kalan Müzik) belki kendi içinde daha tutarlıydı, ortalama düzeyi daha yüksekti. Ama ben yine de Karaca'yı tercih ettim (Seyhan Müzik). Çünkü en azından iki doruk noktası vardı: Selami Şahin bestesi Ben Sevdalı Sen Belalı, her kulvarda başa güreşecek harika bir parçaydı. Dilektaşı ise bize besteci ve asıl yorumcusu Gülden Karaböcek'in önemini bir kez daha hatırlatıyordu.
Ama doğrusu, geçen akşam Lang Lang'dan Chopin'in 1 Nolu Piyano Konçertosu'nu dinler veya yakında caz festivalinde Tony Bennett'i heyecanla beklerken, son kararımı verdim. Her tür müziği dinleyip sevmeye çalışma ilkeme rağmen, Arabesk benim müziğim değildi. O yoğun matem hissine ya da boyun eğme tavrına katılamazdım. Ve 'Tanrım beni baştan yarat' edebiyatı yerine, o müziklerin tanrısallığa ulaşan tınısını seçerdim.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA