Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

Osmanlı yapamadı ama biz başardık: Türk oryantalizmi

Osmanlı Tarihi'nin incelenmesi konusunda son dönemlerde oldukça fazla taraftar bulan bir kuramsal yaklaşım da "Oryantalizm"dir. Edward Said'in akademik dünyada sarsıntılar yaratan "Oryantalizm" (1978) kitabı, Uzakdoğu'dan Güney Amerika'ya uzanan coğrafî alanlardaki tarih çalışmalarında kullanılabilecek bir kuramsal çerçeve sunarken, Osmanlı araştırmaları da bunun dışında kalmamıştır. 1990'lı yılların sonlarında Maria Todorova'nın "Balkancılık" ın gerçekte bir tür "Oryantalizm" olduğunu ortaya koymak amacıyla kaleme aldığı çalışmalar ve bilhassa Ussama Makdisi'nin 2002'de yayınlanan "Osmanlı Oryantalizmi" makalesiyle başlayan bu tartışma, genç tarihçilerin Yemen ve Arnavutluk gibi bölgeler üzerine yaptıkları araştırmalarla hız kazanmıştır.
Todorova, ne Doğulu ne de Batılı "Balkanlar" kavramsallaştırması aracılığıyla "vahşi," "egzotik," "rasyonel olmayan," insanların yaşadığı bir bölge tasavvuru üretildiğini sürerken, Makdisi daha ilginç bir tez ortaya atmış ve Batı hegemonyasındaki modernitenin tüm toplumların "kendi Doğu (Orient)larını" yaratmalarına neden olduğunu, Osmanlı İmparatorluğu'nun da bu alanda istisnâ oluşturmadığını savunmuştu.
Bu teze göre Osmanlı ricâli bir yandan Batı emperyalizmi ve sömürgeciliğine direnirken öte yandan da Batı'nın "zaman" ve "terakki" kavramsallaştırmalarını içselleştirerek "vahşi," "terakkiye direnen," "ilkel," "bizim gibi olabilmesi imkânsız" bir "Doğu" tasavvuru üretmişti. Doğu ile arasında hiyerarşik sınırlar yaratarak ötekileştirdiği Osmanlı'yı hayalî bir algıda yeniden üreten Batı gibi, benzer hudutları Anadolu ve Rumeli ile Arap vilâyetleri arasında çizen Osmanlı da ötekileştirdiği bir Arap "Doğu"su tasavvurunu oldukça ırkçı bir söylem kullanarak tasvir etmişti.
Makdisi'nin tezi ilginç olmakla birlikte tarihsel gerçeklikle uyum göstermez. Osmanlı ricâlinin Batı'nın "zaman" ve "terakki" kavramsallaştırmalarını içselleştirdiği doğrudur. Bunun neticesi ise Osmanlı'nın bu çerçevede "çağdışı," bulduğu, "terakki"ye direndiğini düşündüğü topluluklarla ciddî bir çatışmaya girmesi olmuştur. Cebeli Lübnan Dürzîleri, Asir ve Necd Urbanı, Yemen Zeydîleri benzeri topluluklarla yaşanan çatışma, gerçekte bunların "Arap" olmalarından kaynaklanmamaktaydı. Osmanlı'nın Şam'daki bir Arap âlim ya da Bağdat'taki bir Arap tüccar ile herhangi bir sorunu yoktu ve bunlar Osmanlı camiasının örnek temsilcileri addolunabilirlerdi. Buna karşın, Osmanlı merkezi aynı dönemde "terakki"ye direndiğini düşündüğü Arnavut Malisör, Türkmen ya da Kürtlere "vahşi" ve "çağdışı" etiketlerini yapıştırmaktan çekinmezdi. Daha da önemlisi Osmanlı merkezi, "terakki"ye direnmesinden şikâyetçi olduğu toplumlarla ortak pek çok değeri paylaştığını düşünürdü ve onları "anlama" kapasitesine sahipti.
Tunus'ta başlayarak, Mısır ve Libya'ya sıçrayan büyük değişim dalgasına toplumumuzda gösterilen tepkiler, Osmanlı için öne sürülen "kendi Doğu tasavvurunu yaratma," bununla kendisi arasına hiyerarşik sınırlar çekme, ötekileştirdiği ve tektipleştirdiği "Arap" dünyasına ırkçı bir söylemle yaklaşmanın gerçekte "modern" Türkiye'nin önemli bir karakteristiği olduğunu ortaya koydu.
"Cahil," "moderniteyi anlamaları, lâikliği içselleştirmeleri ve demokrasiyle yönetilmeleri mümkün olmayan," "güce tapan," "henüz bizim İkinci Meşrutiyetimizi bile yaşamamış," "her an develerine binip rasyonel olmayan davranışlar sergileyebilecek" tektip Araplar tasavvuru ve bunun üzerine inşa edilen söylem gerçekte fazlasıyla ırkçı bir Türk oryantalizminin varlığını ortaya koymaktadır. Geçmiş Müslüman toplumlarındaki halk hareketlerini "düzenin bozulması" olarak yorumlayan Gibb ve Hurgronie benzeri Oryantalistler gibi, Türk seçkinleri de "demokratik olabilmeleri imkânsız" Arap toplumlarındaki değişim dalgasını daha büyük kargaşalara neden olabilecek bir gelişme olarak görmektedirler.
Kuzey Afrika halk hareketlerinin görünür hale getirdiği bu oryantalizmin yarattığı "Doğu" tasavvuru yalnızca Arap dünyası ile sınırlı değildir. Cumhuriyet seçkinleri Osmanlı'nın yapmakla itham edilip aslında yaratmadığı kendi "Doğu"larını yaratmışlar ve bununla kendi "modern, gelişmiş, medenî" alan tasavvurları arasına kalın, hiyerarşik sınırlar çekmişleridir. Toroslar'daki Türkmenler ya da Asir'deki Urbanla paylaştığı değerler olduğunu düşünen, bunlar üzerinden onları anlayabilen Osmanlı ricâlinin tersine, Türk seçkinleri herhangi bir değeri paylaşmadıklarını düşündükleri "Doğu"ları kendi değerleri yardımıyla tasvire çalışmışlardır.
İlginç bir misâl vermek gerekirse son anayasa değişikliği referandumu sonrasında yaratılan "Kıyılar Türkiyesi" tasavvuru, modernliği ve onun değerlerini içselleştirilmiş, gelişmiş bir Avrupa ülkesindekinden ayırt edilmesi mümkün olmayan bir toplum algısı ile bunun karşı tezi olarak "antimodern, muhafazakâr, hayat tarzı, bıyıklı erkekleri ve başörtülü kadınlarıyla ona benzemeyen, dindarlığı ve biat kültürünü içselleştirmesi nedeniye, hiçbir zaman gerçek demokrasiyi anlayamayacak" bir "Doğu" imajı yaratmıştır.
Tıpkı Avrupalıların 19. yüzyılda ürettiği "Doğu" tasavvurunda bu egzotik sahanın hacmi ve içinde yaşayan "yığınların" anlam taşımaması gibi "Kıyılar Türkiyesi" de sahip olduğu bilgi ve gelişim üstünlüğü nedeniyle "Kıyılar Dışı Türkiyesi"nin hacminin ve nüfusunun son tahlilde fazla ehemmiyetli olmadığını düşünmektedir. Winston Churchill 1919 Osmanlı seçimlerinden sonra "Türkler oy kullandı... Ancak maalesef neredeyse tümü yanlış yönde oy kullandı" yorumunu yapmıştı. Türk seçkinlerinin her seçim sonrasında "Kıyılar Dışı Türkiyesi"nin oy verme davranışı hakkında benzer ifadeleri dile getirmeleri ilginçtir.
Toplumumuzdaki bir diğer "Doğu" ise Kürt vatandaşlarımızın oluşturduğu mutasavver "Doğu"dur. "Vahşi, gelişmemiş, kandırılmaya yatkın, modernlikle uyuşmayan tuhaf geleneklere bağlı, rasyonellikle bağdaşamayan, bizim gibi davranması, medenî olması, modernliği içselleştirmesi mümkün olmayan Kürtler"in oluşturduğu bu mutasavver "Doğu" hakkında dile getirilen söylem, Stratford de Redcliffe, Lord Cromer, Sir Edward Grey, Marshall von Bieberstein benzeri Batılı devlet adamlarının Osmanlı hakkında kullandıkları ırkçı ifadelerle şaşılacak benzerlikler gösterir.
Mümtaz Turhan 1959'da yazdığı bir kitapçığa "Garblılaşmanın Neresindeyiz?" başlığını uygun görmüştü. Bu soruya bugün vereceğimiz cevap herhalde kendi "Doğuları"nı yaratan Türk oryantalizmi aşamasındayız olmalıdır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA