Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Ne olacak bu Türkiye'nin hali..

Müthiş, gerçekten müthiş bir öğleden sonra geçirdim. Nasıl mutlu oldum, nasıl gururlandım, nasıl içim açıldı bilemezsiniz.. Ben karamsar bir insan değilim. Ama gördüklerim iyimserliğin ötesinde . Gerçek.. Keyif, coşku veren, geleceğe çok umutlu bakmamıza sebep olan gerçek..
Hele de birbiri ardına gelen ekonomik krizlerin de etkisiyle son zamanlarda çok sık sorulmaya başlanan bir soruya, "Ne olacak bu Türkiye'nin haline" diyenlere cevap..
Türkiye'nin geleceğinin ne kadar parlak olduğunu gördüm, o öğle sonrası..
Adım gibi biliyorum, bu ender örnek de değil..
Ben tesadüfen gittikçe görüyor, yaşıyor anlatıyorum ama, genel medyanın, gazetelerin, televizyonların umurunda değil.. Berbat haberleri, ortalığı germekten başka işe yaramayan "O dedi, bu dedi" palavralarını manşetlere, ana haberlere taşımaktan bıkmıyor usanmıyoruz. Çünkü o kolay.. Çünkü biz bunlarla gündem yaptıkça, onlar da durmadan konuşuyor. Teşvik alıyorlar ya.. Ha babam, de babam laf.. Oysa vatandaşın umurunda değil o laf gündemi..
Onun lafa karnı tok. Kafasındaki soru "Ne olacak bu Türkiye'nin hali.."
O sorunun yanıtı ortada duruyor, gören yok, anlatan yok..
Sevgili dostum Feza Fırat'ın hatrı olmasa, kalkıp İstanbul'un öbür ucuna, Hadımköylere taşınmazdım..
Bir ilaç fabrikası Ar- Ge çalışanlarının ara sıra "Coffee Break" dedikleri sohbet toplantıları varmış.. Beni istemişler..
Sade Feza da değil.. Bu Ar-Ge lafı da beni çeker.. Araştırma- Geliştirme.. Buraları gezmek, bilim kurgu filmlerindeki zaman makinesine binip geleceğe gitmek gibidir.. Neler araştırılıyor, neler bulunuyor, neler olacak?.
Uzun süreli yurt dışı gezilerimde, Olimpiyatlarda, Dünya Kupalarında, Dünya Atletizm Şampiyonalarında, boş günlerimde hep böyle yerlere giderdim meraktan..
Sevgili Atilla Gökçe ile Güney Kore'deki Samsung (1988) ve bir tanecik, ölümsüz kardeşim Kenan Onuk'la Tokyo'daki Sony (1991) gezilerimizi unutmam.. 2015'te piyasaya çıkacak ürünleri göstermişti, Sony bize, 25 yıl önce..
Türkiye'de ilk gezdiğim Ar- Ge Arçelik'indi. Cüneyt Ağabey nur içinde yatsın ayarlamıştı, gitmiştik. Minik bir bütçe ile harikalar yaratmışlar ve bana da "Yazın. Ne olur destekleyin ki, Vehbi Bey bizim bütçeyi arttırsın" demişlerdi. Yazmıştım. Şimdi Arçelik Ar- Ge dünyanın en önde gelenlerinden.. Kaç kişi biliyor?.
Nebil ayarlamıştı da, Turkcell Ar-Ge'ye gitmiştik geçen yıl.. Bayılmıştım..
Bu defa Hadımköy'de öldüm..
Daha arabam bir parkın içindeki binanın önünde durduğunda büyülendim.. Karşımda enfes bir mimari vardı.. Gidip gezmeye, görmeye değer bir güzellik..
Sormaya başladım hemen.. Merak kediyi öldürmüş ya..
Dünyaca ünlü İtalyan Mimar Dante Benini tasarlamış.. Kapıdan girdik.. İçerisi daha da müthiş.. Giriş holünde bir yerleştirme var, olağanüstü.. Duvarlarda harika tablolar.. Bir sanat galerisine girer gibi oluyorsunuz.. İç tasarımlarda bir başka dünya ünlüsü Massimo Vignelli'nin imzası var..
Ben sohbeti restoran bölümünde yapacağım.. Bir işyeri, neticede fabrika yemekhanesi diyorsunuz değil mi?.. Yanılıyorsunuz.. İstanbul'da bu kadar güzel, bu kadar zevkli bir restoran yok.. Koca bir salon, çöl ortasında vaha esprisi ile düzenlenmiş. Hemen sağda, yemyeşil çimenler üzerinde dev palmiyeler yükseliyor.. Tavan yüksekliğine bakar mısınız?. Ve de.. Palmiyeler yapay değil. Çimler de.. Hepsi gerçek.. Kapalı alanda bina içinde palmiye.. Güneş ışığı yerine, ultra viyole veriyorlarmış, beslemek için.. Bina, hemen her tarafı güneş ışığı alacak şekilde dizayn edilmiş.. Her zaman içiniz açık.. Her zaman bir güzelliğe bakıyor, bir güzellikle iç içe yaşıyorsunuz..
Bunca yatırım, bunca masraf niye?..
Çünkü bu ortamda yaratıcı insanlar, işleri yaratmak olanlar çalışacaklar.. Ruhu kararmış insandan, önce hayal edilmesi gereken icatlar, keşifler çıkar mı?..
Vizyon denen şey işte bu..
On yıl içinde Ar-Ge'ye 200 milyon dolar yatırmak ne demek?.
1912'de Küçükmustafapaşa'da bir minik eczanede başlayan maceranın, 2010'da, yani 100 yıl sonra dünya çapında bir eczacılık kurumuna dönüşmesinin sırrı işte bu vizyon.. Arka arkaya gelen üç kuşağın vizyonu..
Abdi İbrahim, dünyanın en büyük 100 ilaç şirketi arasında yer alan tek Türk firması..
87 bin metrekarelik parkın içinde 25 bin metrekarelik kapalı alanda Ar- Ge binası, fabrika ve bitmekte olan tamamen otomatik depolama merkezi var.
Ar- Ge merkezinde yarıdan fazlası doktora ve yüksek lisans sahibi 100 kişilik uzman kadro çalışıyor. Fabrikada 3 bin çalışan var. Krizin başından beri tek kişi çıkarmadıkları gibi, tersine çalışan sayısını arttırmışlar.
Konuşmam bir saat sürdü. Sonra 1.5 saat gezdik.. Önce Ar- Ge binasını, sonra dünyanın en ileri tamamen bilgisayar teknolojisi üzerine kurulu imalat, kontrol ve ambalajlama sistemlerinin yer aldığı kusursuz ve başından sonuna el değmeden, otomasyonla ham maddeden eczane rafına giden akışı izledim..
Dünyada bundan ilerisi yok. İlaç sanayisinin en ileri olduğu Amerika'da da bu kadar, İsviçre'de de..
Çıkarken bana bir kase verdiler.. Topkapı Sarayı'ndaki bir kasenin replikasıymış..
İçine baktım.. Sonra da Abdi İbrahim'in logosuna..
Logonun ilham kaynağı Topkapı Müzesi'ndeki bu padişah kasesi.. Yaratıcısı Massimo Vignelli.. "Bir tasarımcı, bir kaşıktan, bir kente kadar herşeyi tasarlayabilmeli" diyen dünya dehası.. Eserleri New York Metropolitan'da sergilenen, dünyanın en saygın tasarım üniversitelerinde dersler veren adam..
Alt tarafı bir logo, değer mi?.. Değer.. Çünkü üst tarafı vizyon.. Mucizeleri yaratan vizyon.. Hadımköy'den İstanbul'a dönerken dünya devleri ile başabaş yarışan bir ülkenin gazetecisi olarak ne kadar mutlu ama ne kadar da utanç içindeydim..
Gitmediğimiz, görmediğimiz, yazmadığımız için..
İnsanımızın sanki özel gayretle kararttığımız dünyasına, bu umut ışıklarını, bu aydınlığı taşımıyoruz, diye..

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA