Mehmet
Murat Somer'i
Hop-Çiki-Yaya Polisiyesi serisi ve
Şampanya Üçlemesi kitaplarıyla tanıyoruz. Somer, kendine özgü tarzı, 'aykırı' tiplemeleri, travesti dedektifleri ve esprili diliyle sadece Türkiyeli okur tarafından değil, dünyanın pek çok ülkesinde ilgiyle okunuyor. Yeni kitabı ise
Üç Pastoral ve Pastorize Tablo. Everest Yayınları tarafından yayımlanan kitap, üç gerçek mekanda yaşanan üç gerçek hikayeyle başlıyor. Altını çizelim: Mekanlar köy, olaylar gazete haberlerine konu olan kazalar, trajediler; ancak gerisi Somer'in hayal gücünün ürünü. Söz konusu mekanlar, Düzce- Hendek arasındaki otobanın ikiye böldüğü, eski adı Perasma olan Yeşilce köyü; bir trafik kazasında bütün müminlerini kaybeden Rize'ye bağlı 'orman gülü' anlamına gelen Komariye köyü ve bir kına gecesinde yaşanan tüp patlamasıyla bütün kadınlarının aynı gecede öldüğü Ankara yakınlarındaki Gelengili köyü.
Üç Pastoral ve Pastorize Tablo'da Mehmet Murat Somer, kaderleri değiştikçe, gizledikleri gerçekleriyle yüzleşen bu üç köyün 12 değişik portresiyle tanıştırıyor bizi. Her bir portreyle, kente ve kentlilere özgü sandığımız insanlık halleriyle hemhal oluyoruz..
- O üç gerçek hikaye ne?
- Üç gerçek durum var. Rize'deki köy de, Ankara yakınlarındaki köy de, Düzce'deki köy de gerçek mekanlar. Ve burada yaşanlar gazetelerde haber olarak yayımlandı. 80'lerin başında Ankara yakınlarındaki bir köyde, bir kına gecesinde tüp gaz patladı; köyün bütün kadınları öldü. Rize'deki olay da gerçek. Bir köyün tüm müminlerinin bindiği minibüs uçuruma yuvarlandı, 44 kişi öldü. Diğer köy de Bolu yakınlarında, TEM'den giderken bir köy görürsünüz. Köyün yarısı yolun bir tarafında, diğeri öbür tarafında.... Mekanlar gerçek, durumlar da gerçek, gerisi benim kurmacalarım. O yüzden de 'Pastoral mekanlarda pastörize portreler,' dedim. Onca köy romanı ve köy filmi seyrettik. Kafamızda bir köy gerçeği var; aslında benim çok da hazzetmediğim bir gerçek. Ben o bize öğretilen gerçekleri kendimce ters yüz ettim, köylülere yakıştırılmayan şeyleri köye taşıdım. Cinsellik bir gayya kuyusu ve bunlar şehirlerin belli bölgelerine ya da elitlere mahsus değil.
- Biz köyleri daha steril sanıyoruz ama...
- Steril mi, ondan emin değilim. İnsanların içlerindeki duygular, arzular zapt edilmek durumunda değil. Bence kentte yaşayanlar daha çok kontrol altında ve daha çok zapt ediliyorlar. Oysa günde 10 saat bir işte çalışmayan, böyle bir zorunluluğu olmayan insanlar içlerindekini zapturapt altına almak zorunda değil. Orada bu tür şeyler kolay ortaya çıkıyor, en fazla 'gariptir' deniyor, alışılıyor.
- Ne kadar süre çalıştınız kitap üzerinde?
- Herhalde mühendis olmamın etkisiyle, kaleme almam çok uzun sürmüyor. Önce öyküyü kuruyorum, hatta Excel tabloları oluşturuyorum; sonra da oturup yazıyorum.
- Cidden Excel tabloları mı yapıyorsunuz?
- Evet, ben edebiyata biraz da aritmetik ve mühendislik olarak bakıyorum. Bir yaratıcılık var ama daha az; benimki daha çok düşünsel.