Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ATİLLA DORSAY

Paris'te üç görkemli sergi

Bugünlerde yolu Paris'e düşenler, birçok ilgi çekici sergiyi ziyaret etme imkânı bulabilir. Özellikle Grand Palais'deki 'Bizans'tan İstanbul'a: İki Kıtadaki Liman' sergisini es geçmeyin

Paris'te geçirdiğimiz beş günün önemli bölümünde alışılmış şeyler yaptık: Birkaç film görmek, bir oyunda karar kılmak, bol bol DVD tedariki yapmak, bildiğimiz veya bilmediğimiz lokantalar keşfetmek... Bunlarda pek anlatacak bir şey yok. Ama üç görkemli sergi gördük ki, bu izlenimlerimi paylaşmadan edemeyeceğim. Öncelikle, Grand Palais'deki, 25 Ocak'a dek açık kalacak 'Bizans'tan İstanbul'a: İki Kıtadaki Liman' sergisi var. Önünde upuzun kuyruklar hayal ederek korkuyla gittiğimiz Grand Palais'de, şansımıza çok uzun kuyruklar yoktu. Ama içerisi öylesine kalabalıktı ki... Kimi gazetelerde serginin ilgi görmediği yolundaki yazı ve yorumları tümüyle yalanlıyorum. Sergi hak ettiği seyirciye kavuşmuştu ve bu, her objenin önünde uzun uzun duran, yazılı levhaları okuyan, her şeyi önemle inceleyen, her yaştan düzeyli, bilgili bir seyirciydi. Bizans ve Osmanlı'dan 300 kadar parça sunan bu görkemli olay, kentin tarihöncesi günlerinin özet bir sunumunu yapıyor, sonra Bizans bölümünde dünyanın birçok müzesinden gelen çok değerli eşyayı içeriyordu. Parçalar büyük özenle seçilmiş ve Bizans'ın zirveden uçuruma seyreden macerası, özet metinlerin de yardımıyla dramatik biçimde canlandırılmıştı.

OSMANLI ÇOK İYİ YANSITILMIŞ
Sonra Osmanlı geliyordu. Daha ilk salonda, tavandaki kubbede birçok cami ve türbemizin farklı süslemelerinin ışık oyunları içinde resmi geçit yapması, inanılmaz bir rüya atmosferi yaratan nefis bir buluştu. Bir büyük uygarlıktan öbürüne yumuşak bir geçiş... Sonra yine çoğu bizden, ama ayrıca Paris'ten Berlin'e daha birçok başkentin müzelerinden gelen seçme parçalarla, Osmanlı da çok iyi tanıtılıyordu. Evet, padişah tahtı yoktu. Ama görkemli bir çadır, çok değerli sorguçlar, kaftan ve mücevherler, kumaş ve işlemeler, silah ve haritalar, el yazması kitaplar ve hatlar, Topkapı'nın ölçülü haşmetini mükemmel biçimde yansıtıyordu. Sona doğru, farklı dinlerden birer kişinin özenle seçilmiş mezar taşları geçidi çok anlamlıydı. Ölümün huzurunda, farklı sanat, inanç ve felsefeleri temsil eden bu taşlarla, Osmanlı'nın mozaik yapısı iyi yansıtılmıştı. Bu olayı yaratan herkesi, başta Nazan Ölçer, içtenlikle kutluyorum. Daha iki ayı var, yolu Paris'e düşenler kaçırmasın. Ayrıca Louvre Müzesi'ndeki iki sergi, 'Topkapı Kaftanları' ve 'İzmir'den Smirna'ya: Antik Bir Kenti Keşif' de eklenebilir... Hepsi kabaca ocak sonuna kadar açık.

ÇİN'İN GÖRKEMLİ BUDALARI
Bir diğer sergi için Cernuschi Müzesi'ndeyiz. Burası aslında Paris'in Asya sanatları müzesi. Banker Enrico Cernuschi, 1870'lerde Çin ve Japonya'ya yaptığı yolculuktan 5 bin parçayla dönmüş. Ve 1896'da bu müzeyi açmış. Biz müzenin tüm Çin sanat tarihini özetleyen demirbaş parçalarının yanı sıra, asıl yeni açılan 'Shandong Budaları' sergisi için gittik. Yakın zamanda, aynı adlı eyalette toprağın altında keşfedilen 25 Buda heykeli sergileniyor. Tümü de 6 ve 7. yüzyıldan kalma. Hemen hepsi kumtaşından yapılmış, doğal renklerle bezeli, yüzleri arkaik Yunan çağı heykellerinin tebessümünü taşıyan heykeller. Bambaşka bir uygarlık, yepyeni bir dünya. 3 Ocak'a kadar görülebilir ve de tavsiye edilir.

TRAJİK BİR AİLE ÖYKÜSÜ
O bölgeye (Paris'in şık 8. arrondissement'ı) gelmişken, ünlü Camondo Müzesi'ni de geziyoruz. Camondo'lar büyük bir Yahudi ailesi. İspanya'dan kovulup önce İtalya'ya, sonra İstanbul'a yerleşmişler. Bir dönem İstanbul'da büyük arazi ve mülkleri varmış. Bugün Beyoğlu, Meşrutiyet Caddesi'nde hâlâ duran o ünlü merdiven onların adını taşıyor çünkü aile bu merdivenleri kente armağan olarak yaptırmış. Camondoların trajik bir aile tarihi var. Bir bakıma en büyük hataları, 1870'lerde İstanbul'u bırakıp Paris'e gelmek olmuş. Döneminin en büyük koleksiyoncuları olarak tanınmış ve Louvre Müzesi'ne sayısız parça armağan etmişler. En tanınmış üyeleri olan Moiz de Camondo'nun tek oğlu Nissim (Nesim), ilk savaşta kullandığı uçağın düşmesiyle şehit olmuş. Babası, 1935'te ölümünden önce Monceau Parkı'na bakan saray gibi evlerinin müze yapılmasını vasiyet etmiş. 1943-44'lerde ise Moiz'in kızı, damadı ve çocukları Nazilerin eline düşüp Auschwitz toplama kampında can vermişler. Böylece soyları tükenmiş. Gerçekten hüzünlü bir hikâye... Ayrıca şu anda Paris'te, Camondolarla ilişkili bir sergi de var: Marais semtindeki Yahudi Sanatı Müzesi'nde, başta Louvre çeşitli müzelerden gelen ve hemen hemen hepsi ailenin armağanı olan birçok değerli eşya sergilenecek. Sanırım Leyla Alaton'un gazetelere haber olarak yansıyan 'doğum günü partisi' de şu günlerde bu sergi binasında yapılacak. Unutmadan, tüm okurlarımın Kurban Bayramlarını da kutluyorum.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA