Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Gerçeklik, şiir, sıradanlık ve fotoğraf

Bana göre en iyi fotoğraf sanatçılarımızdan birisi olan Sıtkı Kösemen'in yeni bir albümü yayımlandı: Gün BugünDaha önce yayımlanmış mesela Günlükler'le birlikte düşünüldüğünde Kösemen'in bir fotoğrafçı olarak neden ilginç olduğunu insan daha kolay anlıyor. Kösemen, kendi alanında önemli işler yapan bütün sanatçılar gibi fotoğrafı gene fotoğrafa ait olan mistisizmin, mitolojinin dışına çıkararak, ona mümkün olan en geniş ölçüde nefes aldırtıyor. Fotoğraf onun için gündelik hayata ait gerçeklikle hem ilgili hem de ilgili olmayan bir şey. Çok çeşitli işler yapan, çok farklı kesimlere, dünyalara ait olan insanların görüldüğü, gösterildiği fotoğrafların gündelik hayatla ilgili olmaması düşünülemez. Tam tersine. Kösemen'in makinesi, odağı tam da ona yani gündelik hayata ayarlanmış. Yapıtının adı bile günlükler olduktan sonra başka şey söylemek mümkün değil. Ama işin püf noktası da bu gündelik hayat meselesinde gizli.

GERÇEK Mİ, GERÇEK ÖTESİ Mİ?
Fotoğrafın serüveni bu kavramla başladı. Gündelik hayat gerçek demektir. Dolayısıyla da fotoğraf gerçeği 'çeken', zapt eden, kaydeden bir olguydu. Sonradan yavaş yavaş bu çerçevenin, bu anlayışın dışına çıkıldı. Gündelik hayatı da, nesneleri de gösterse fotoğrafın da kendisine ait bir ideolojinin, politikasının olduğu anlaşıldı. Fotoğraf da diğer bütün sanatlar gibi bir yorum değişkeniydi. Aynı ağacı herkes çekebilir, herkesin ağacı diğerinden farklı olabilirdi. Sonra fotoğrafın ikinci dönemi başladı. Bilhassa 1980'lerde Cindy Sherman'ın çok farklı bir mizansenle gerçekleştirdiği görüntüler, Mapplethorpe'un klasik resimle fazla haşır neşir olan fotoğrafları ortaya bambaşka eğilimler çıkardı. Ama dünyada çağdaş sanat diye bir şey vardı ve bu alanın verimleri daha önceki dönemlerden önemli ölçüde ayrılan, ayrışan bir görüntü dili geliştiriyordu ki, Kösemen'in çalışmalarına bu olguyu dile getirdikten sonra döneceğim. Bu hadise fotoğrafın gündeliğin içinde olmakla birlikte gündeliği aşan artistik yanıdır. Herkes tersini zanneder ve çağdaş sanatın sanatsal olandan uzaklaştığına inanır ama bu yanlıştır. Fark çağdaş sanatın sanatsal olandan ne anladığıdır. Klasik sanat sanatsal olanı sanatın dışındaki bir mitolojiyle bütünleştirir. Çok yüksek bir ustalık, erişilmez bir maharet ve zihinsel düzey oluşturur. Oysa çağdaş sanat buna tepkilidir. Elini daima sıradanın içinde tutar. Herkesin gördüğünü, kullandığını, sıradanlaştırdığını, yani büyüsünü yitirmiş şeyleri kendisine nesne olarak seçer. Fakat onlara kendi bakış açısıyla ve kendi yöntemiyle yaklaşır. Şöyle söyleyeyim: Mikelanj'ın yaptığı balık resmine balık diyebilirsiniz. Ama Picasso zaten yaptığının balık olmadığını, resim olduğunu belirtmişti. İşte gündeliğin, sıradanın kullanılıp ondan yepyeni, bambaşka, tümüyle farklı bir gerçekliğin türetilmesidir sanat. Çağdaş sanat. Burada bir unsur var. Bugün görüntü dediğimiz zaman çok geniş bir sahayı kapsıyoruz. Elektronik görüntü üretme olanakları, bilgisayarlar, onların getirdiği müdahale yöntemleri, baskı teknikleri üretilmiş görüntünün yepyeni içeriklere kavuşmasına yol açıyor. Daha eski kuşaktan Jeff Wall'un fotoğrafçılığıyla bugün Gursky'nin fotoğrafçılığı arasındaki öncelikli fark budur. Ama işi bu noktalara getirmemiş olanlar da var. Ne bileyim. Luc Delahaye veya Takashi Yasumura hâlâ konvansiyonel makinenin sınırları içinde daha ötedeki görüntüleri elde etmeye çalışıyor. Bu maksatla da en fazla derinlik duygusunun kaybına dikkat ediyor bu sanatçılar. Dümdüz görüntüler. Arka planın yitimi. Neredeyse sayısız fotoğrafçı sayabilirim bu çağdaşlık duygusu içinde çalışan.

ENFAZLA VE EN AZ...
Bunu Sıtkı Kösemen'in fotoğraflarında da izledim. Gerçekliği asla inkâr etmeyen, ihmal etmeyen bir yaklaşım. Ama onu sadece fotoğrafik bir gerçekliğe dönüştüren bir sıradanlık dikkati. Peki niye böyle? Böyle. Çünkü bu alışıldık, kurgulanmış gerçekliğin bozulmasına, çökertilmesine, çözülmesine, yıkılmasına denk geliyor. Buna minimalizm sonrası gerçeklik demek mümkün. Hatta bir maksimalizm de var burada. Çok şey anlatan resimler Kösemen'in fotoğrafları. Üçüncü hamur kağıda basılmış, parlak kağıdın 'şıklığından' bile kaçınılmış görüntüler. Üstüne üstlük Kösemen, görüntüsünü kaydettiği insanların söylediklerini de kaydetmiş. Buraya gelince, iş, neredeyse öykü anlatan fotoğraflara dönüşüyor. Ben de onu söylüyorum. Bunlar bize kendi gerçekliğini veren, aktaran, yansıtan görüntüler. Fotoğrafı artık fotoğraf içinde aramak gerekecek. Nan Goldin'in 'karanlık' yer altı hayatlarını gösterdiği resimlerle başladı bu süreç dersem çok da yanlış bir şey söylemem. Daha önce de tarihin meşhur fotoğrafçıları benzeri şeyleri yaptılar. Ama onlar da daima bir mizansen, daima bir tiyatro vardı. Şimdi çıplaklık çağından geçiyoruz. Bu çıplaklık her şeyin apaçık, kendisi olarak ortaya çıkması, koyulması demek. Kelli Connell'in çektiği resimler böyle olduğu kadar bugünün portreciliği de bu noktada. Kösemen'in işi de ne çok bu bağlamda değerlendirilmeli. Son tahlilde bir portreci o. Asıl zor alan da bu. Yusuf Kars'ın, Richard Avedon'un abidevi şahsiyetleri veya yakında albümü yayınlanan Stüdyo Osep'in 'fonlanmış' görüntüleri değil, çırakların, seks işçilerinin, sokakta gezenlerin resimleri duruyor karşımızda. O kadar yalın, o kadar karmaşık. Ben buna şiir sonrası dönemin şiiri diyorum. Yeni gerçekliğin tanımı bu. Şiir her zaman insana ait bir şeydir. Ve daima gerçeklikte gizlidir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA